Küresel Isınma 2011-2014 Büyük Duman (Duhan) Tufanı
2011 ve 2014 yılları arası arasında yaşanacak büyük Duhan Tufanı ile ilgili (Evet, yanlış okumadınız.) kehanetler şöyle:
Billy Meier ve ‘Enoch’un Kehanetleri’
* Yakın zamanda insanlar 888 gün sürecek bir Cehennem hayatı yaşayacaklardır.
* Dünya, şimdiye kadar benzeri görülmemiş acılara sahne olacaktır. Bu hadiseler 888 gün devam edecek ve sonunda medeniyet çökecektir.
Nostradamus’un Kehanetleri
Fransız uzmanlara göre Nostradamus da 2015’e kadar Dünya için 'karanlık bir dönem' öngörüyor. Kahine göre dünyada iklim değişiklikleri olacak. Büyük bir kuraklık yaşanacak. İnsanoğlunu bu uzun kuraklık döneminden sonra bir felaket daha bekliyor: Boyutu bilinmeyen dev sel suları... 'Dünya karanlığa gömülecek' Nostradamus, çevre felaketlerine ilişkin kehanetlerinde, güneş ve ayın bir bulutla örtüleceğini ve dünyanın karanlık içinde kalacağını öne sürüyor. Tüm zamanların en tanınmış kahini Nostradamus'un deprem, sel ve diğer doğal felaketlerle ilgili kehanetleri olduğu da bilinmekte.
* Gizli ateşlerle, birçok yer sıcaktan yanacak.
* Az yağmur, sıcak rüzgar, çatışmalar, yaralar.
* Aniden büyük bir tufan olacak.
* Gök, hava ve toprak belayla dolu, karanlık.
* 20.Yüzyıl’ın sonunda, Büyük Beyaz Ölüm soluğu ile acımasızca gelerek, dünyayı beyaz cehenneme dönüştürecek.
* Buzlu rüzgarlar ve fırtınalar dünyayı 40 gün, 40 gece etkileyecek.
* Büyük Beyaz Ölüm’den kurtulanlar için yaşamın değeri çok büyük olacak.
* Az yağmur, sıcak rüzgar, çatışmalar, yaralar.
* Toprak kuruyacak seller gelecek.
Shipton Ana’nın Kehanetleri
* Alevli yıl kısa zamanda gelirken.
* Kızgın canavar göklerden geçecek.
* Karalarda tufan olacak, gürültüyle.
* İnsanoğlu çamur bataklığına gömülüyor.
Bohemyalı Prag Kahinesinin Kehanetleri
* İnsanlar çok acı çekiyorlar çünkü insan ruhu her şeyi fethettiğini sanıyor ve doğa değişiyor (İklimsel değişimler, Küresel Isınma gibi...)
* Her şey karanlıklara gömülecek. (Üç günlük karanlık?)
Evangelia Dimitrova Pandeva’nın kehaneti
* 2033 (2011)- Kutup buzları eriyecek. Dünya okyanus seviyesi yükselecek.
Tevrat’taki Kehanetler
* Kuru, senin ırmaklarını kurutacağım.
* Suları üzerinde kuraklık ve onlar kuruyacak. Ve onun denizini kurutacağım.
Kilise Kehanetleri
* Sonra insanlar kentleri terk edecekler, soluk almak ve su bulmak için dağlara sığınacaklar, kendilerini ve ailelerini kurtaracaklar.
* Üç günlük karanlık sırasında kasırgalar ve depremler olacak. Salgın hastalıklar yayılacak, sülfür buharı her yere yayılacak.
* Hiçbir araç çalışmayacak ve eski dönemdeki her şey durmuş olacak.
* Modern yaşam, teknoloji ve refah unutulacak.
TEVRATIN ŞİFRESİ VE GİZLİ KEHANETLERİ (DERLEME)
KIYAMET ÇAĞI - 2005 VE SONRASI OLASILIKLARI
Bu çalışma, Tevrat’ın bilgisayar şifresi ile çözümlendiğinde elde edilen bilgilerin Yuhanna’nın vahiy kitabı ( İçinde kıyamet kehanetlerinin bolca yer aldığı) içindeki bilgilerle karşılaştırılması, teyit alınması sonucunda oluşturulmuştur.
Bilinmelidir ki, Tevrat’ta şifreli olarak geçmiş, şimdi ve gelecek üzerine pek çok olay teyit bulmaktadır. Unutulmaması gereken şey, bu bilgilerin dünya akışını içinde barındırdığıdır. Yani halen gelecek, potansiyel olasılıklar olarak mevcuttur. İnsanoğlu seçimleriyle bu mevcutlardan birini dünyanın geleceğine dönüştürebilmektedir. Bu nedenle, geçmiş olaylar şifreleme yönteminin çözümlemesinde doğrudan, şaşmaz biçimde bulunabilmektedir ancak gelecek için yöneltilen soruların niteliği şifre çözümünü etkilemektedir. Geleceğe ait olan bilgiler mevcut olasılıklardır. Dünyadaki insanların hepsinin ortak karması her an dünyamızın yazgısını belirlemektedir.
GENEL SÜREÇ
1-1948 İsrail’in kuruluşu ile kıyamet alametleri kendisini gösterir. Kıyamet süreci bu nesil hayattayken yaşanacak. 1948 kuşağı 70 yıl sayılıyor, o halde 1948+70=2018… Kıyamet devri 2018’e kadar bitmiş veya başlamış olacak. 21. yy.ın ilk çeyreğinde bu olayların yaşanmış olması bekleniyor.
2-Asıl kıyamet 7 yıllık bir süreçte, Orta doğu da sınırlı bir savaşla başlayıp, dünya ekonomisinin çökmesine bağlı kıtlık, salgın hastalık ve doğal afetlerle ve hatta kozmik afetlerle tamamlanacak bir süreç olacak. Her şey bittiğinde (2015’te) dünyada dört milyar insan hayatını kaybetmiş olabilir. Ancak, yeni kök ırkın doğumu için hayatta kalanlar mutlaka olacaktır.
3-Her şey sona erdiğinde, felakete neden olan bencillik, hırs ve şehvet 1000 yıl (100 yıl) dünyadan eksik olacak. Beşinci kök ırka ilerlerken, dünya muhteşem bir refah yaşayacak.
1-Ekonomik iflas, 2002 veya 2005’te başlayabilir; kıtlık, 2001 ve 2012 yılları arasında baş gösterebilir. Özellikle kıyamet süreci 7 yıl diye düşünüldüğünde, 2005-2012 yıllarının en zorlu yıllar olması beklenmektedir. Kıyamet devrinin başlangıcı 2005 diye teyit edildi. Kıyametin başlangıcının 1991’de SSCB’deki yön değişikliği nedeniyle 1995-2002’den ertelenerek 2005’e çekildiği görüldü… İnsanoğlu ortak iradesiyle değişime karar verirse kıyamet çok daha hafifletilmiş acılarla yaşanabilir. Hatta 2011-2018 yıllarına çekilebilir… Bu tarih yine de 1948 kuşağıyla başlayan zaman aralığı içinde kalır. Bu irade ile değişmeye çalışmalıyız.
2-Kudüs Tapınağı, İsrail ve Araplar için bir sınavdır, burası paylaşılmalıdır, yoksa birlikte yok olunacaktır. Savaş kaçınılmaz olacak ama kazanan olmayacaktır… Hem Kiliseye hem de Kudüs tapınağına saygısızlıklar yaşanacaktır. (2006, 2008 gibi...)
3-Sahte barış anlaşması imzalanıp bozulacak ve bir dünya savaşı çıkacak. Bu barış anlaşması bozulduğunda kıyamet yıllarının yarısına gelinmiş olacak. 3. DS’nın Birleşmiş Milletlere karşı bir Ortadoğu Arap-Asya ittifakı arasında olacağı ve BM’in halka zulüm yapacağı ihtimali görülmektedir. Yani 2008’in ortaları savaş başlangıcı yılı olabilir. Diğer veriler ise 3. DS’nın 2010’da başlayacağını gösterir.
4-Kıyametin 2. yarısında ortaya çıkması beklenen felaketler: Bu felaketler 2010-2012(11)’de başlayan silahlı dünya çatışmasının ardından yaşanacaktır… Biyolojik silahlar (3. DS’nda kitle imha silahları) kullanılacaktır.. Aynı yıllarda dünyaya 7 astroidin çarpması beklenmektedir. Dünyanın manyetik kutupları tersine çevrilecek, kutuplar yer değiştirecektir. Bu olay ancak büyük bir astroidin dünyaya çarpması ile olabilir denmektedir. Hayatta kalma mücadelesi verilecektir. Astroid çarpmaları 2010’da başlayarak dünya ekseninde 3 aşamalı kaymaya sebep olacaktır. Kutup kayması 2010’da başlayacak ve 2, 3, kaymaları 2012’de son bulacaktır… Bu aynı zamanda kıyametin sonu diye anlatılır. Bundan sonra dünya, altın çağın başlaması için doğru konumda olacaktır. Böylece 1000 yıllık barış, huzur dönemi başlayacaktır. 2010’da bir astroid parçasının batı Nevada’ya çarparak Nevada, Utah ve Kalifornia’da depreme sebebiyet vereceği, beklenmektedir.
Dünyaya çarpması beklenen astroidin (parçalanarak gezegenimize vereceği zarar daha aza indirilecektir) Marsın Ayı olan Phobos olduğu ve 7 ye bölünerek dünyaya 2010 ve 2012 yılları arasında çarpabileceği söylenmektedir. Bu parçalardan birini ABD füzeleri parçalayıp yok edecek ancak 3 parça ABD’ye düşecek…
Bir başka olasılık, Phobosun 2010 da bir hidrojen bombasıyla parçalanması ve on parçasının sonradan dünyaya çarpması olasılığıdır.
Denebilir ki, Phobos’un Mars’ın yörüngesinden çıkmış ve dünya ile çarpışma güzergahına girmiş olma olasılığı yüksektir. Önce 7’ye ayrılması beklenmektedir. Çin ve Rusya’ya düşme ihtimalleri çok yüksektir. 2011’de 3 astroidin Rusya’ya çarpması dünya ekseninde değişime sebep vermesi söylenmektedir.2012 de 3 astroidin Çin’e düşmesi büyük felakete sebep olabilir.. Pelin adlı Phobos’un bir başka parçası da Arabistan körfezine düşecektir. Bu savaşı bırakıp yaşam mücadelesine geçme nedenidir de.
2012’ye kadar dünyada 25 derecelik kutup kayması beklenmektedir. Bu çok çok büyük bir felaket demektir, daha kötüsü önceden görülmedi diye anlatılır. Dört milyar insanın yok olması beklenmektedir.
ABD’de ırk savaşı beklenmektedir. Yine ABD’nin batı kıyılarının sular altında kalması beklenmektedir.2010-2012 felaketini ABD nüfusunun yarısının aşması ihtimali vardır. Japonya’nın ve Filipinlerin 2010-2012 arasında deprem ve sellerle yok olması beklenmektedir.
Şu anda yanlış nerede sorusunun cevabı: İyi işler, ya da eylemler olmadan inanç, nafiledir. Şu anda şehvet, kıskançlık, öfke,önyargı,kibir ve açgözlülük had safhadadır… Doğal afetlerde hayta kalmak için iradenizi, Tanrı’nın iradesine teslim edin. Tavırlarınız ve karakteriniz de öyle olsun. Bütün ruhları kendiniz gibi sevin…
Kıyamet devrinde baş Melek Mikail’in Tanrı’nın dünyadaki tüm insanlarını koruyacağı söylenmektedir… İnsan hayatının süresini vücut frekansı ayarlar. Nuh tufanından önce insanlar uzun ömürlüydü, şimdi geçireceğimiz tufandan sonra da ömrümüz uzayacaktır.. Altın çağda beden frekansımız değişecektir. Altın çağda insan ömrü 300 yıla çıkacaktır… Bunun açılımı: 1987 süper novası 24 yıl sonra yeni bir ırkı başlatan kozmik olaydır. 1987 Mavi yıldız süper novasının kozmik ışınları 2011 de yeni bir ırkı başlatacaktır.. Süpernovadan yayılan radyasyon bedenimizde etkisini gösterecektir:
Beşinci kök ırk 2001’de 144000 kişi ile başlamıştır. Bu insanlar Mavi yıldızın ışınlarına tutularak işaretlenmişlerdir. Geleceğin yöneticileri bu insanlardır.2001 den sonra 7 b yıllık bir devrenin ardından 2008 de tekrar süpernovanın bir radyasyon dalgası salınımı ile yeni bir 144000 kişi daha işaretlenecektir… Tam bir kök ırk geçişi için 3 yıllık süre lazımdır. İlk 144000’lik grup Mart 2004’e kadar mühürlenmiş olmalıdır. Yani kıyametten önce bu işaretlenme tamamlanmıştır. İkinci işaretleme de Şubat 2008’de başlayacaktır ve 2011 Martına kadar (kıyamet bitene kadar) da bu grup tamamlanacaktır. Tanrı tarafından mühürlenenler altın çağda enkarne olma hakkını alanlardır. Geri kalanlar 1000 yıl enkarne olmayacaklardır. Ruhlar Adem’e gidecek ve yeniden doğmak için orada bekleyeceklerdir. Adem, aydınlanmış ruhların evi, cenneti, Çoban takım yıldızındaki Arkturus’tadır… Tanrı tarafından mühürlenmek Tanrı’sal bir karakter gerektirmektedir. KİŞİLERİN AURALARI bu Tanrı’sal karakteri taşıyıp taşımadıklarının belirleyicisidir. İnsanın aurası mavi olmadan bu mümkün değildir çünkü mavi gezegenden gelen radyasyon dalga boyunun geçmesi gereken filtrasyon işlemi için bedenimizin uygun olması ve bu dalganın iç salgı bezlerimizi enerjilendirmesi gerekmektedir.
İnsanlar 2008’de ışına maruz kalacaklar, Şubat 2011’e kadar da mühürlenme işlemi devam edecek (üç yıl) filtre 2010’da ne tür bir koruma sağlayacak denmiş ve sonuç, Şubat 2010’a kadar geçiş işleminin %85’i tamamlanmış olacak, (5. ırk değişiminin yarısı ilk yılında olmuş, %85’i de 2010’a kadar tamamlanmış olacaktır.) Yeni kök ırkı başlatmak için gerekli olan vibrasyonel frekans nedir? Şu ankinin 2 katı olmalıdır ki ömrümüz 4 kat artsın (300 yıl.) Vücudun frekansı yükseldikçe hastalığa yol açan bakteri ve virüsler de yok olmaktadırlar.. Kıyamette pek çok salgın ve ortalığa salıverilen pek çok bakteri, virüs olacaktır. Tanrı’nın mavi yıldızının mührü kıyamette enerji alanları müsait olanları koruyacaktır… Bunun yanı sıra, baş Melek Mikail de inananları koruyacaktır. Karmik olaylar bir şeyler öğrenmemiz için planlanmışlarsa meydana gelmelerine izin verilecek, planlanmamışlarsa koruyucu Meleklerin korumasından yararlanılacaktır. Ölmemesi gerekenler, olmaları gereken yerlerde olacaklardır. Onlar Altın çağda ihtiyaç olacaktır. Altın çağda, yeni bazı spiritüel hatların kesiştikleri yerlere şehirler kurulacaktır ve bazı spiritüel coğrafya bölgelerinde, şehirlerde 7 yıllık aralarla inananlar ihtiyaç duydukça gençleşeceklerdir.
2010’dan sonra 2045 yılına kadar 35 yıl geçici kısırlık yaşanacak, ruhlar enkarne olmayacaktır. 2010’da kıyamet sırasında son doğan çocuk Adem’dir. İsa, işte bu Adem olarak Tanrı’nın kaybolmuş bütün ruhlarını kurtaracaktır.. İsa, 5. kök ırk insanının özelliklerini gösteren bir örnektir. İsa çocukken dünyayı mühürlenmiş 144000 kişi yönetecektir. Bu 144000, 1975’ten beri enkarne olmaktadırlar.
JOSEPH NOAH
SONUÇ: 21 TEMMUZ 2011 VE 21 KASIM 2014 YILLARI ARASINDA DÜNYA BİR ‘‘CEHENNEM’’E DÖNECEK
Küresel ısınma ve hızla yaklaşmakta olan; 2011-2014 yılları arasında gerçekleşecek insanlığın en büyük felaketi için uyarı:
Ağağıdaki bir yazıda kıyametin büyük alameti Duhan azabı konusunu işlemiştik. O yazıya dayanarak şunu tahmin edebiliriz. 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 yıllları arasında 40 ay müddetle dünyada büyük ve müthiş duman felaketi görülecektir. Bu Duman felaketi büyük kıyamet alametidir. Bu duman felaketi tüm dünya insanlarını korkutan ve İslam dinine davet eden bir ilahi uyarı ve teklif olacaktır. Korkan insanlar Allah’ın bu musibeti karşısında ister istemez vicdan ve dini inanç yönünden İslam dinine katılmak zorunda kalacaklardır. Diğer dinler kendi öngördükleri olayları ispat edemedikleri için tartışmasız olarak İslam dininin üstünlüğü tüm dünyada kabul edilecektir. Ancak pek çok insan eski yanlış inançlarına geri dönecekleri için bu İslam’a geçici dönmeleri onları tekrar musibete uğramaktan kurtaramayacaktır. Bu Duhan Azabı olayı sonucu 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 yılları arasında milyonlarca hatta milyarlarca insan ölebilir. Hatta bana göre 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 yılları arasında milyonlarca hatta milyarlarca insan ölecektir.
Kıyametin ilk büyük alameti olan Dabbe-tül Arz'ın zuhurunun 1980 yılında gerçekleştiğine göre ve Duhan Suresi'nin 14. ayetindeki olay 1997 yılında gerçekleştiğine göre kıyametin diğer büyük alameti olan Duhan Azabı çok yakın bir tarihte, 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 arasında iki kez gerçekleşecektir. Duhan Suresi'ndeki bazı ayetlerde Hz. Mehdi (a.s)’ye seslenilmektedir. Duhan Suresi'nin 14.Ayeti 1997 yılında gerçekleştiğine göre Duhan Suresi'ndeki azap olayının mantıken çok yakın bir tarihte gerçekleşmesi gerekir. Duhan Suresi'nin bazı ayetlerinde Hz. Mehdi (a.s)’ye seslenilmektedir. Fakat Hz. Mehdi (a.s) 2010–11 yılında zuhur edeceğine göre, Duhan Suresi'nin 2010–11 yılı öncesinde değil sonrasında Hz. Mehdi (a.s)’ye sesleneceği, hitap edeceği düşünülmelidir. Küresel ısınma bana göre kıyametin büyük alameti olan Duhan azabıyla ilgili olabilir. Bana göre; ünlü kehanetlerden ve bilimsel verilerden çıkarılabilecek sonuçlara göre Küresel Isınma yüzünden en geç 3–4 yıl içinde ( 2011–2014 yılları arası ) dünya bir cehenneme dönecektir. Bu yüzden belki en geç 3–4 yıl içinde küresel ısınma yüzünden yüz milyonlarca hatta milyarlarca insan ölebilir. Hatta bana göre 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 yılları arasında milyonlarca-milyarlarca insan ölecektir. Son zamanlarda Türkiye’de ve dünyada Hz. Mehdi (a.s)’nin zuhuru beklentisi artmıştır. Fakat Küresel ısınmanın neden olacağı, çok yakın bir zamanda, 21 Temmuz 2011 ve 21 Kasım 2014 yılları arasında iki kez gerçekleşecek, milyonlarca hatta milyarlarca insanın öleceği insanlık tarihinin en büyük doğal felaketinden, Duhan felaketinden, ‘BÜYÜK DUHAN TUFANI’ndan habersizdirler. Son zamanlarda Türkiye’de ve dünyada Hz. Mehdi (a.s)’nin zuhuru beklentisi artmıştır. Fakat Hz. Mehdi (a.s)’nin kollektivizasyon (özel mülkiyeti kaldırmak) amacıyla milyonlarca insanı idam (feda) edeceğinden habesizdirler. Yakın bir gelecekte insanların karşılaşacakları ve olağanüstü can kayıplarının yaşanacağı; ‘‘Büyük Duhan Tufanı - Zorunlu Kollektivizasyon - Üçüncü Dünya Savaşı’’ ve benzeri olaylar bana göre çok üzücü durumlardır. Hele hele çok yakın bir zamanda, 2011 ve 2015 yılları arasında gerçekleşecek ‘‘Büyük Duhan Tufanı’’ nedeniyle insanlar uyarılmalı, insanlara haber verilmeli, önlem alınmalı, bir şeyler yapılmalı ve gerçekleşecek can kayıpları azaltılmalıdır. Evet, yanlış okumadınız. Miladi 2011 ve 2015 yılları arasındaki zaman dilimi içinde yaşayacak olan ve bugün o günleri; 2011 ve 2015 yıllarını görecek olan insanların ve masumların canları tehlikededir ve maalesef bundan habersiz olunmakta ve bir önlem alınamamaktadır. Benim aklıma gelen önlemler ise şöyle: Yoğun sülfür gazının neden olacağı tufana karşı belki gaz maskeleriyle önlem alınabilir. Ya da tufana karşı 21 Temmuz 2011 tarihine kadar sığınaklar yapılabilir veya yoğun sülfür gazının neden olacağı tufana karşı halkın yüksek dağlara ve yaylalara nakilleri yapılabilir. Çünkü sülfür gazının yüksek kesimlere ulaşması belki daha zordur diye düşünüyorum…
Yazan: Kurtuluş Devrim
Aşağıdaki yazıda küresel ısınmanın getirdiği, getireceği tehlikelerden ayrıntılı olarak söz edilmiştir. Buzulların erimesi çok yakın bir gelecekte 2011 yılı sonları ve 2014 yılı sonları arasında dünyayı bir cehenneme çevirecektir
KÜRESEL ISINMA
Küresel Isınma, ısınıyoruz!
Bugün dünyanın en soğuk bölgesi neresidir sorusuna verilecek yanıt, kuşkusuz Antarktika’dır. Avustralya’nın iki katı büyüklüğündeki bu kıtanın tümü dünyanın yüzölçümünün hemen hemen %9’u olacaktı. Ancak Sanayi Devrimi'nin başlamasıyla beraber durum bozuldu. İnsanoğlu fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve odunu uygarlığının yükselmesinde basamak olarak kullanmaya başlayınca atmosfere her yıl, önce binlerce sonra milyonlarca, günümüzde ise milyarlarca ton karbondioksit salmaya başladı. Karbondioksit doğal düzeyinde kaldığında yararlı bir gaz. İnsan bununla da yetinmiyor. Bir yandan da ormanları yok ederek karbondioksit hemen sistemleri ortadan kaldırıyor. Yani CO2'nin artış hızını yükseltiyor.
Dünyamızdaki iklim değişiklikleri artık hissedilebilir seviyelere ulaşmıştır. Gelecek yüzyılda daha büyük değişiklikler meydana gelecektir. Bu değişiklikler; yüksek sıcaklık, yoğun yağmurlar, sel, deniz seviyesinin yükselmesi gibi fiziksel olacağının yanında ormanların, tarımın, deniz ekolojisinin ve tüm canlıların etkilenebileceği değişiklikler olacaktır.
Sera Etkisi (Greenhouse Effect)
Sera gazları; karbondioksit, su buharı, nitrojen oksit, metan, ozon ve halokarbonlardır. (Klorofkarbon). Bu gazlar: dünyadan yansıyan güneş ışınlarının uzaya yayılmasına engel olarak, yeryüzüne geri yansımakta ve atmosferin ısınmasına neden olmaktadır. Sera etkisi doğal olarak oluşmakta ve dünyamız için önemli rol oynamaktadır. Bu etki olmasaydı, dünyanın ortalama sıcaklığı -18’C olacaktı. Ancak sera gazlarının miktarının normallerin çok üzerine çıkması ve artmaya devam etmesi, dünyamızın dengelerini günden güne bozmakta ve insanlığın geleceğini tehtid eden sonuçlar doğurmaktadır. Endüstri devriminin başlamasından, Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, insan aktivitesi sera gazlarının miktarını her geçen yıl arttırarak günümüzde alarm verici oranlara ulaşmıştır. Sera gazlarının en önemlisi karbondioksit gazıdır. Karbondioksit düzeyi 19.Yüzyıl değerlerinin %25’i oranında artmıştır. Şu anda tahminen 5–6 milyar tonu aşan karbondioksit her atmosfere yayılmaktadır. Gelecek yüzyıl karbondioksit oranının ikiye katlanacağı ve bunun sonucunda ortalama sıcaklıklarının 1,5’C ile 4,5’C artacağı düşünülmektedir. Bugün 0,35’C ile 1,0 arasında olan sıcaklık artışlarının iklimlerde meydana getirdiği değişiklikler düşünülürse, 4,5’C artışın ne anlama geleceği daha iyi anlaşılacaktır. İnsanoğlu, iklim değişikliklerinin normalden 60 kat hızlı olmasına neden olmaktadır. Sıcaklık artmasıyla su buharı miktarı artacak, dolayısıyla bulutlarda artışlar görülecektir. Bu nedenle yoğun yağmurlar ve seller meydana gelecektir. Bugün dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan seller, kasırgalar, anormal hava hareketleri küresel ısınmanın sonuçlarıdır. Küresel ısınmanın önlenebilmesinde kilit rol bitkilerdir. Bitkiler karbondioksit gazını alarak oksijen gazını atmosfere yaymaktadır. İnsan aktiviteleri sonucunda oluşan fazla karbondioksiti ortadan kaldırmak için, tahminen Amerika kıtasının yarısı büyüklüğünde bir orman alanı meydana getirilmesi, bir başka deyişle, bu günkü orman alanlarının üçte biri kadar ağaçlandırma yapılması gerekir. Oysa insanoğlu, inanılmaz bir hızla mevcut ormanlarını yok etmeye devam etmektedir. Birleşmiş Milletler Dünya Kaynakları Enstitüsü, yağmur ormanlarının her yıl 160.000 – 200.000 kilometre karesinin kaybedildiğini ve bu miktarı tüm yağmur ormanlarının %2’sini oluşturduğunu bildirmektedir. Büyük orman yangınlarıyla, kurallarına uygun yapılmayan kesimlerle orman alanları hızla yok olmakta, sanayinin meydana getirdiği hava kirliliği (sülfürdioksit) ve araçların eksoz gazlarında bulunan nitrojenoksit; asit yağmurlarına, dolayısıyla ormanlarının zarar görmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak insanoğlunun geleceği, büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu tehlikeyi ortadan kaldırmak da insanoğlunun elindedir. Bunun için İnsanların bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Sera gazlarının artışı önlenmeli ve orman alanlarının sayısı hızla arttırılmalıdır. Gereken miktarda orman alanlarının yaratılması zor değildir. İnsanlık bu bilinci göstermek zorundadır. Herkes ağaçlandırma çalışmalarına katılarak kesilen, yanan ve her ağaca karşılık olan on, yüz, bin dikebiliyorsa eğer, dünya ve insanlık var olacak demektir.
YOKSA...
4 YIL SONRA BUZULLAR ERİYECEK
14 Aralık 2007
Kuzey Buz Denizi’ndeki buz tabakasının 2040 yılında tamamen eriyeceği öngörülürken, şimdi bu beklentinin 2012 yazı sonunda gerçekleşebileceği savunuluyor.
Bu yaz hızla eriyen kuzeydeki buz tabakası, yaz sonunda, 4 yıl önceki aynı dönemde sahip olduğu alanın yarısına geriledi. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) iklim uzmanı Jay Zwally, "erime bu hızla sürerse Kuzey Buz Denizi, beklentilerden çok daha yakın bir dönemde, 2012 yazı sonunda buzdan tamamen arınmış hale gelebilir" dedi. Denizdeki buz tabakasının, kapsadığı alanın daralmasının yanı sıra rekor düzeyde inceldiği de belirlendi.
Henüz geçen yıl, kuzeydeki buz tabakasının 2040 yazı sonunda tamamen eriyeceğinin tahmin edildiği açıklanmış ve bu bile şaşkınlıkla karşılanmıştı.
Zwally, eskiden kömür madencilerinin, metan gazı sızıntısı olup olmadığını anlamak için madende kanarya bulundurduklarını ve yoğun gazda kanarya ölünce dışarı kaçtıklarını anımsatarak, "Kuzeydeki buz tabakası da küresel ısınmanın kanaryası. Bu kanarya artık öldü" görüşünü savundu.
AP haber ajansının görüştüğü NASA, Amerikan üniversiteleri ve hükümet kuruluşlarından konuyla ilgili toplam 18 bilim adamının tümü, bu yaz sonunda gelinen erime düzeyini büyük bir şaşkınlıkla karşıladıklarını söyledi. NASA’dan jeofizikçi Scott Lutchke, buzullardaki erimenin hızı değerlendirildiğinde de "yeni bir döneme girildiğinin kesin olarak söylenebileceğini" belirtti.
Grönland’daki erimenin de oldukça hızlı olduğu tespit edildi. Grönland kara parçası üzerindeki buzullar da bu yaz, yazları kaydedilen ortalama erimeden yüzde 15 daha fazla eridi. Bu oran, 2005’te kaydedilen rekor erimenin de üzerinde oldu. Grönland üzerindeki buzulların tamamen erimesi, dünya deniz seviyesinin 6,6 metre yükselmesine yol açacak.
Ancak karadaki bu buzulların tamamen erimesinin onyıllar değil yüzyıllar alacağı belirtiliyor.
Kaynak: www.sakaryarehberim.com
KUTUPLARDAKİ BUZULLAR TAHMİNLERDEN ERKEN ERİYECEK
29 Haziran 2008
Küresel ısınma tahminleri öne çekti. Kuzey Kutbu'nda yılsonunda tekneyle seyahat etmek mümkün olacak.
Kuzey Buz Denizi'ndeki buzulların 2048 yılında eriyeceği öngörüsü daha da kısaldı. Araştırmacılar 2008 sonuna kadar kutbun açık denize dönüşeceğini ve teknelerle seyahat edilebileceğini açıkladı.
Kuzey Kutbu'ndaki buzların erimesi ve kutupun açık denize dönüşecek olması gezegenin küresel ısınmadan en kötü şekilde etkilendiğini gözler önüne serdi. Bilim insanları Kuzey Kutbu'nda 2008 yılı sonuna kadar buz kalmayacağını açıkladı. ABD Milli Kar ve Buz Veri Merkezi'nden Mark Serreze "İnsanlık tarihinde ilk kez, Kuzey Kutbu'nda buz ortadan kaybolmanın eşiğinde.
Kuzey Kutbu'ndaki denizde buzun erimesi, buraya açık denizlerden teknelerle seyahate olanak sağlayacak" diyerek durumun ciddiyetini anlattı. Kutup denizlerindeki buzlar, her yaz eriyor, daha sonra ise kış döneminde yeniden oluşuyor ancak kutupta görülen erime nedeniyle bölge açık deniz haline dönüşmeye başlamış durumda. Uzmanlar buzulların erimesinin dünyanın tamamını etkileyeceğini ifade ediyor.
Kaynak: www.haberaktuel.com
Küresel ısınma konusuna kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de; Duhan suresinde de değinilmiştir. Konu ile ilgili yazılar aşağıdadır.
KIYAMETİN BÜYÜK ALAMETİ DUHAN TUFANI-AZABI
1997 yılında Hz. Mehdi (a.s)’ye televizyonda düzenlenen komplo ve Hz. Mehdi (a.s)’nin gerçek kimliği:
Şimdi size çok önemli, şok edici bilgiler vereceğim. Benim fikrime göre Hz. Mehdi (a.s) 1980 yılı başlarında hayata gelmiş Türkiye’de doğmuştur, halen Türkiye’de yaşamaktadır. O aynı zamanda Dabbe-tül Arz’dır. Kıyametin ilk büyük alameti sayılan Dabbe-tül Arz’ın zuhuru hicri 1400 miladi 1980 yılında gerçekleşmiş fakat bu olay Türk ve dünya kamuoyundan gizlenmiştir. Evet yanlış okumadınız. Size inanmak güç gelebilir fakat ‘Bizim çocuklar başardı’ sözü Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s) hakkında söylenmiştir. Evet yanlış okumadınız. Hz. Mehdi (a.s)'nin doğum tarihinin ve 12 Eylül darbesinin gerçekleşmesinin aynı yıla denk gelmesi sizin dikkatinizi çekmiyor mu? ‘Bizim çocuklar başardı’ sözü çocuk yaşlardaki mucize çocuklar Hz. Mehdi (a.s) ve Hz. İsa (a.s) hakkında söylenmiştir. Amerikan CİA. ajanı konuyla ilgili ‘Bizim çocuklar başardı.’ diyerek 1980 yılında 12 eylül 1980 darbesinden sonra dönemin Amerikan başkanına haber geçmiştir. 12 Eylül 1980 darbesini yakından izleyen CIA şeflerinden Paul Henze, darbeyi Beyaz Saray'a bildirirken şu sözleri kullanır; "Bizim çocuklar başardı!." Dönemin ABD başkanı Jimmy Carter 1980’de 12 Eylül darbesinden sonra şöyle söylenir; "Bizim çocuklar iyi iş başardı..." ‘Bizim çocuklar başardı.’ ifadesindeki 'bizim çocuklar' kimlerdi? Neden CİA. ajanı 'bizim' ifadesini kullanmıştır. ‘Bizim çocuklar başardı.’ ifadesindeki 'bizim' sıfatı ve gizli özneleri acaba ABD. yanlısı ya da ABD'nin çıkarına ya da Komünist ateizmin aleyhine eylemler yapan öznelerimi ifade ediyor? kısmen öyle. 1980 sıralarında Türkiye'de gerçekleşebilecek ateist-Komünist ihtilali ilginç bir şekilde son anda TSK tarafından engellenmiştir. ‘Bizim çocuklar başardı.’ ifadesindeki 'başardı' fiil kelimesinde anlatılmak istenen neydi? 'bizim çocuklar' neyi başardılar? Tabi ki 1980 yılı sıralarında Türkiye'de gerçekleşebilecek ateist-Komünist ihtilaline ve kalkışmaya karşı sözde bir başarı kazanılmıştır. Fakat bilinmelidir ki ABD ajanı ve başkanı yanlış laf etmişlerdir, bizim çocuklar işi tam başaramamışlardır, 21 Aralık 2010'da ve sonrasında başaracaklardır. ‘Bizim çocuklar başardı’ sözünün kimler için söylendiği halen bilinmemekte ve açıklık kazanmamıştır. Dikkat edilirse bu sözün ne manaya geldiği ve kimler hakkında söylendiği bilinmemekte fakat üzerinde sadece spekülasyonlar yapılmış ve yapılmaktadır.
12 Eylül 1980 darbesi, Sait Nursi’nin yazdığı Risale-i Nur’da haber veriliyor mu?
Büyük Deccal, Şeytan’ın iğvâsı ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak Anarşistliğe ve Yecüc ve Mecüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccal’i olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammed’iyenin (s.a.v) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve Şeytan’ın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer [kapitalizmin (bencilliğin) yol açtığı ahlaki yozlaşma], hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir Anarşistliğe (ateist Komünist ayaklanmaya) meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan (12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi) başka zapt altına alınamaz. (Sait Nursi)
Sait Nursi, 15 Mayıs 1980 tarihinde gerçekleşen Dabbe-tül Arz’ın doğuşu olayını haber veriyor mu?
Sıra dışı bir canlı olarak anlaşılan dabbenin ne şekilde olduğunu ve nasıl bir kıyamet alameti olabileceğini ise Sait Nursi şöyle açıklamıştır: "…Nasıl ki, kavm-i Firavun'a çekirge afatı ve bit belası ve Kabe tahribine çalışan kavm-i Ebrehe'ye Ebabil kuşları musallat olmuşlar, öyle de Süfyan'ın (Süfyan-ı Deccal) ve Deccal’lerin fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana (Hak dine karşı başkaldırıya) ve Yecüc ve Mecüc'ün anarşistliğiyle fesada ve canavarlığa (anarşizme) giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana (ateizme) düşen (sapan) insanların akıllarını başlarına getirmek (ateist ayaklanmayı durdurmak) hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkarıp musallat olacak, zir-ü zeber edecek (ateist ayaklanmayı durduracak.) Allah’u a'lem. O dabbe bir nevidir. Çünkü gayet büyük bir tek şahıs olsa (sıradan bir insan olsa), her yerde herkese yetişemez (herkesle baş edemez.) Demek, dehşetli bir taife-i hayvaniye (müthiş, akıl almaz bir canlı) olacak..."
Dabbe-tül Arz'la ilgili Kuran ayetinin meali şöyledir:
‘O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.’ (Neml Suresi, 82)
Bu ayette işaret edildiği gibi kıyamete yakın arzdan bir dabbe çıkartılacak yani bir canlı yaratılacak ve bu canlı insanlara karşı bazı eylemlerde bulunacak bazı sözler söyleyecektir. Eğer Dabbe-tül Arz Hz. Mehdi (a.s) ise -ki araştırmalarıma göre odur- Hz. Mehdi (a.s)’nin doğum tarihi 1980 ise Dabbe-tül Arz’ın zuhuru da 1980 yılına denk gelmelidir. Çünkü Hz. Mehdi (a.s) ve Dabbe-tül Arz aynı kişiler, öznelerdir. Bana göre bu dabbe yeni doğmuş bir bebek olmalıdır. Ama bu bebek sıradan bir bebek değildir. Bu bebek konuşma yeteneğine sahiptir ve doğuştan getirdiği bir hafızaya sahiptir. Öyle bir hafıza ki herkesin amel defterini sayıp dökmekte kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu söylemekte yani çevresindeki insanları mühürlemektedir. Bir yandan da insanlara karşı konulamaz emirler vermektedir. Bütün bunlar 1980 yılında gerçekleşmiştir. MİT. ve TSK. Yetkilileri tarafından, Dabbe-tül Arz’dan aldıkları bilgiler sonucunda 1980 yılı sıralarında gerçekleşebilecek bir ateist-Komünist ihtilali engellenmiştir. CIA şeflerinden Paul Henze ve dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’ın 1980’de 12 Eylül darbesinden sonra söylediği ‘Bizim çocuklar (iyi iş) başardı’ sözündeki çocuklar, doğumlarından itibaren konuşmaya başlayan mucize çocuklar Dabbe-tül Arz ve kardeşidir. Ateist-Komünist ihtilali, doğumlarından itibaren konuşmaya başlayan mucize çocuklar kullanılarak engellendiği için ABD ajanı 'Bizim çocuklar başardı' ifadesini kullanmıştır.
Dabbe-tül Arz’ın yani Hz. Mehdi (a.s)’nin kardeşi ise Hz. İsa (a.s)'dir. Hz. İsa (a.s) şu an hayattadır yani reenkarnasyon yoluyla hayata yeniden gelmiştir. Hz. İsa (a.s) şu an Türkiye’de yaşamakta fakat çıkış vakti gelene kadar gizlenecektir. Hz. İsa (a.s)’nin doğum tarihi 10 Temmuz 1978'dir. Hz. Musa’nın doğum tarihi yaklaşık 20 Şubat 1981’dir. Bediüzaman’ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi (a.s) hicri 1432 miladi 2010–11 yılında zuhur edecektir. Kesin zuhur tarihi hesaplamalarıma, araştırmalarıma göre 21 Aralık 2010’dur. Hz. Mehdi (a.s)’nin zuhuru meleklerin, velilerin ve şehitlerin yardımlarıyla gerçekleşecektir. Hesaplamalarıma, araştırmalarıma ve tahminlerime göre tam zuhur tarihi 21 Aralık 2010’dur. Kıyametin iki büyük alameti Hz. İsa (a.s)'nin zuhuru ve Hz. Mehdi (a.s)'nin zuhuru 21 Aralık 2010 tarihinde gerçekleşecektir. Kıyametin ilk büyük alameti Dabbe-tül Arz'ın zuhuru 15 Mayıs 1980 yılında gerçekleşmişti.
Hz. Mehdi (a.s), 1997 yılının Temmuz ayında, İzmir’de, Kanal6 televizyonunda, Cevizkabuğu programında, ilaçlanarak, hipnozlanarak, komplo düzenlenilerek konuşturulmuş, 75 milyon Türke 7 milyar insana rezil-rüsvay-maskara-kepaze edilmiştir. Fakat Hz. Mehdi (a.s)'ye düzenlenen komplo ters tepmiştir. Komplo sırasında ve sonrasında Duhan suresinin 14.ayeti gerçeğe dönüşmüştür. Konuyla ilgili ayet aşağıdadır.
Duhan suresi 14. ayet: Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "Bu, Öğretilmiştir, bir delidir."
Ayetteki gibi komplocular ve izleyiciler Hz. Mehdi (a.s)'den yüz çevirdiler ve Hz. Mehdi (a.s)'ye "Bu, öğretilmiştir, bir delidir." dediler. Hz. Mehdi (a.s)’ye düzenlenenen komplo Duhan suresi 14. ayeti onikiden vurmuştur. Allah, Hz. Mehdi (a.s)’ye düzenlenen komploya bu şekilde bir karşılık vermiştir ve ‘Duhan Azabı’yla daha da karşılık verecektir. Cevizkabuğu programının ve komplonun organizatörlerinden biri program sunucusu münafık Hulki Cevizoğlu'ydu. Hz. Mehdi (a.s)'ye komplo düzenleyen münafık Program konukları Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Atay, Hüseyin Hatemi ve Ayhan Songar'dı. 1996–97 yıllarında hükümet olan ‘Refah Partisi’ iktidarını hükümetten düşürmek ve SSCB’nin yıkıldığı 1991 yılından sonraki, Komünizm’in yıkılışı ve 12 Eylül 1980 gerici darbesinin sebep olduğu Türkiye’deki dinci yükselişi durdurmak için bu komplo Türkiye derin devleti ve sözünü ettiğim şahıslar tarafından organize edilmiş ve Hz. Mehdi (a.s)akıl almaz bir şekilde kullanılmıştır. Komployu düzenleyenler arasında Hz. Mehdi'nin hain yakın hemşerileri de vardı.
Hz. Mehdi (a.s) yaşadığı yerde top sakal bırakmış, saçını uzatmıştı. Yaşadığı yerdeki insanlara göre yaşadığı yerdeki insanlara karşı şımarık davranışlar sergilemişti. Hz. Mehdi (a.s)’nin yakın hemşerileri bu sudan gerekçelerle bu komplonun başını çekmişlerdir. Fakat Hz. Mehdi (a.s), Kasım-Aralık 2004’te mucizevî bir biçimde Noel Baba gibi uçarak, bütün dünya ve Türkiye televizyonlarında konuşarak, ortalığı, hertarafı, Türkiye’yi ve Dünya’ yı fitneye-fesada vererek, Türkiye’nin AB. sürecini ebediyen tıkayarak kendisine her türlü kötülüğü yapan ‘Derin Devlet’ten, hain yakın hemşerilerinden ve diğer bazı hainlerden kısmen intikamını almıştır. Hz. Mehdi (a.s) doğar doğmaz doğduğu evi ve ailesi Türkiye Cumhuriyeti faşist-münafık devleti tarafından basılmış, baskı ve işkence altına alınmıştır. Hz. Mehdi (a.s) daha henüz bir bebek-çocukken anasının-babasının, akrabalarının, komşularının vs.nin akıl almaz işkencelerine ve cinsel tacizlerine maruz kalmıştır. Hayatı boyunca haksızlığa maruz kalmıştır. Hayatı boyunca sıkıntı, sefalet içinde bir hayat yaşamıştır ve halen yaşamaktadır. Hz. Mehdi (a.s) daha henüz bir bebek-çocukken anasının-babasının, akrabalarının, komşularının vs.nin akıl almaz işkencelerine ve cinsel tacizlerine maruz kalmasının, Hz. Mehdi (a.s)’nin doğar doğmaz doğduğu evin ve ailesinin Türkiye Cumhuriyeti faşist-münafık devleti tarafından basılmasının, baskı, işkence altına alınmasının sebebi ise anlaşılacağı gibi Hz. Mehdi (a.s)’nin doğuştan getirdiği hafızasını silmek, sözünü ettiğimiz özneler için oluşturacağı tehlikeleri ortadan kaldırmak ve diğer sayısız nedenlerdir.
Herkes Hz. Mehdi (a.s) gelecek bizi kurtaracak diye beklerken, Hz. Mehdi (a.s) kendisini kurtaracak bir kurtarıcı beklemekte kendisine kötülük eden herkese:
Anasına-babasına-akrabalarına-komşularına-sağcılara-solculara-dincilere-milliyetçilere-Müslümanlara-Hıristiyanlara-Yahudilere-devletine-milletine ve Nazım Hikmet gibi haklı olarak bütün dinsel sembollere küfürler etmektedir. Sanıldığının aksine Hz. Mehdi (a.s) şu an dindar bir hayat sürdürmemektedir. Geçmişte büyük günahlar işlemiştir ve halen küçük-büyük, günah işlemeye devam etmektedir. Hz. Mehdi (a.s)’nin işlediği büyük günahlara ilişkin bazı bilgilere yukarıdaki bazı yazılarda değinmiştik. Bediüzaman Hz. Mehdi (a.s)’nin büyük günahlar işleyeceğini risalelerinin bazı yerlerinde kapalı ifadelerle bildirmiştir. Aşağıda o ifadelerden birini bulabiliriz.
Bediüzaman işte bu Süfyan, Mehdi (a.s.)’ın muasırı ve muhalifi İslam arasında zuhur eden büyük Deccal addeder. Bir de küffara mensup büyük başka bir Deccal ispat eder ki, birincisi (Süfyan-ı Mehdi; Hz. Mehdi) evvela iyiliğe çağırırken sonra sapıtır (İslam dışı bir hayat sürmeye başlar.) Her iki Deccal (Deccal ve Süfyan) azami bir istibdat ve zulümle dehşet saçar. Ancak Süfyan ehl-i nifakın başına geçer, onun mukabilinde Âl-i Beytten Mehdi (a.s) vardır. İkincisi ise Firavunlaşmış bu dessasın dinsizlik cereyanı pek büyüktür. Deccal’in yalancı cenneti, medeniyetin cezbeden lehviyat ve fantaziyeleridir. Bineği bir acib vasıtadır. (Şimendifer, tayyare gibi) (*)
Size garip gelecek ama şimdi İstiklal Marşı’ndaki bir ifadeyi de eleştireceğim. Bu satırdan sonra ve ilerisinde Hz. Mehdi’ye yaşatılan insanlık tarihinde eşi, benzeri görülmemiş rezaleti ve kâbusu açıklayacağım. Hz. Mehdi ve onun sözde öz babası haklarındaki korkunç bir gerçeği şimdi açıklayacağım. İstiklal Marşı’nda Hz. Mehdi’nin babası şehit olarak nitelenmektedir. Kendi öz çocuğuna yani Hz. Mehdi (a.s)’ye (bilinmeyen bazı değişik nedenlerle) iğrenç bir şekilde tecavüz eden, cinsel tacizler ve akıl almaz işkenceler uygulayan böyle aşağılık, alçak, iğrenç bir baba bir şehit ise kesinkes iddia ediyorum, Vladimir Lenin de bir peygamberdir, hatta Şeytan bile cennetliktir. Hz. Mehdi (a.s) çok uzun bir süre yani doğduğu tarih olan 1980 yılından 2004 yılına kadar kendisinin Hz. Mehdi (a.s) olduğunu ve kendisiyle ilgili daha birçok korkunç gerçekten, bu yazı boyunca anlatılan korkunç gerçeklerden habersizdi. Hz. Muhammed’in şu hadisi Hz. Mehdi (a.s) ile ilgilidir:
"Fitne uykudadır, onu uyandırmayın!... Fitne uykudadır, onu (Hz. Mehdi’yi) uyandırana Allah lânet etsin!”
Bu hadisin gerçek manası şudur. Bu hadiste Hz. Mehdi (a.s)’nin kendisinin Mehdi olduğunu ve kendisi hakkındaki diğer bazı büyük gerçekleri bilmemesine ‘fitne’ ismi verilmektedir. Bu hadisle Hz. Muhammed, Hz. Mehdi (a.s)’nin kendisinin Mehdi olduğunu ve kendisi hakkındaki diğer bazı büyük gerçekleri uzun bir süre bilmemesini yani uyandırılmamasını istemektedir. Böyle korkunç bir emir ve vasiyet nasıl olabilir. Bu hadise ve bu yazıda anlatılanlara bakılırsa Hz. Mehdi (a.s) aleyhine yani kendisi aleyhine gibi konuşan ya da kendisi aleyhine konuşuyor gibi görünen Hz. Muhammed (s.a.v), bunun gibi çelişkili (durum olan) söz ve davranışları nedeniyle Hıristiyanlar tarafından Deccal kelimesiyle nitelenmesi de düşündürücüdür. İslam kaynaklarında da Hz. Mehdi (a.s)’nin bir gizlilik dönemi olacağı ve bu gizlilik döneminde onun isminin meşhur edilmemesi yani zikredilmemesi istenilmektedir. Ailesi, akrabaları, devleti, milleti ve ümmeti tarafından el üstünde tutulması gereken Hz. Mehdi (a.s), bu yazıda anlattığım olaylardan anlaşılacağı üzere yerin yedi kat dibine geçirilmiştir.
Günümüzdeki insanlar, sarıklı, takkeli, cübbeli, şalvarlı, değnekli, sakallı ve yaşlı bir Mehdi’nin zuhur edeceğini sanıyorlar. Halbuki bunların tam tersi ve marjinal yapıda bir Mehdi zuhur edecektir… Hz. Mehdi (a.s)’ye düzenlenen komplo aşağıda yer alan yazıda açıklanmıştır.
CEVİZKABUĞU KOMPLOSU VE REZALETİ
Duhan Suresinin anlamını kendisine televizyonda komplo düzenlendiğinde çözen Hz. Mehdi (a.s)’den insanların yüz çevirmeleri :
27 Haziran 1997 tarihinde Hz. Mehdi (a.s)’ye tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir komplo düzenlenmiştir. Hz. Mehdi (a.s)’ye komplo düzenleyenler başta Hz. Mehdi (a.s)’nin ona hain olan yakın hemşerileri ve Türkiye derin devletiydi. Hz. Mehdi (a.s)’ye komplo kuran komploculardan biri olan münafık ve üçkâğıtçı Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Allah'ın Elçi olarak gönderdiği Mehdi Aleyhisselâm ile bir özel TV programında beraber oldular. Kanal6 televizyonunda, 27 Haziran 1997’de, İzmir'de, bir üniversite kampusünde, Ceviz Kabuğu Rezaleti adlı programda, bir taraftan Şeytan’ın, nefsin temsilcileri, üçkâğıtçı, şarlatan ve münafıklar; Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Hatemi, Ayhan Songar, Hüseyin Atay ve bunların zanlarını tescil eden, programı yürüten Şeytan’ın, nefsin temsilcisi, üçkâğıtçı, şarlatan, münafık Hulki Cevizoğlu; öbür yandan da Allah’ın Elçisi, Mehdi Resul vardı. Komployu düzenleyen bütün kişiler ve kurumlar komplo düzenledikleri ve insanların gözünden düşürmeye çalıştıkları kişinin Hz. Mehdi (a.s) yani son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) olduğunu elbette ki biliyorlardı. Ama belki bilemedikleri ya da bilmedikleri bir diğer şey ise komplo düzenledikleri ve insanların gözünden düşürmeye çalıştıkları kişinin aynı zamanda yüce önder Mustafa Kemal Atatürk olduğu gerçeğidir. Komloyu düzenleyen bu alçak şahıslara sorsanız Atatürkçülüğü de, Müslümanlığı da kimseye bırakmazlar. Doğrusu bu kişilerin yaptıkları şey akıl alır bir şey değildir. İnsanlara Müslümanlık taslayan Şeytan’ın, nefsin temsilcileri, şarlatan, üçkâğıtçı ve münafıklar; Hulki Cevizoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Hatemi, Ayhan Songar, Hüseyin Atay gibi komplocuların Müslüman olamayacakları ve normal insan olamayacakları da açıktır.
Komplo olayı, Şeytan’ın taraftarlarının Mehdi’ye yaptıkları bir hileydi, bir tuzaktı. Özellikle Ayhan Songar, Mehdi’yi “delilikle” itham etti. Bu olay, Duhan Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. ayet-i kerimelerinin de aynı zamanda ispatı idi. İşte bu olayla Mehdi’ye inananların büyük bir kısmı O’ndan yüz çevirdiler. Müslümanlar tıpkı Yahudiler gibi kendilerine gönderilen peygambere yani Hz. Mehdi (a.s)’ye Yahudilerin bile peygamberlerine yapmadıkları kötülükleri, bile bile yaptılar. Böylece bugünkü Müslümanlar Yahudilerden daha aşağılık olduklarını ıspat ettiler…
Toplumun büyük kısmı 1997 yılında Ceviz Kabuğu programında Mehdi'nin Şeytan’dan vahiy alan, Şeytan tarafından öğretilmiş ve deli olduğuna inandılar ve Hz. Mehdi (a.s)’nin kişiliği hakkında kötü düşüncelere kapıldılar. Allah’ın asıl muradı ise “öğretilmiş ve deli” denilen Resul’ün, Duhan–13 ve 14’teki Resul olduğunu kesin olarak ispat etmek idi ve ispat etti...
Görülüyor ki Allah, Mehdi'nin gerçek kimliğini ( Allah’ın indindeki payesini ) bütün Türkiye halkına ve dünyaya ispat etti. Münafık, üçkâğıtçı dört din profesörü mizanseni öyle güzel hazırlamışlardı ki toplumun çok büyük bir kısmı, Mehdi'nin Şeytan’dan vahiy aldığına, Şeytan tarafından öğretildiğine, bozuk kişilikli ve deli olduğuna inandılar.
Mehdi'ye 1997 yılında düzenlenen komplo ve komplocularla ilgili olan Enfal Suresi 30. ayeti anlamak konunun anlaşılması için faydalı olacaktır.
Enfal Suresi 30 - Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken (27 Haziran 1997 Cevizkabuğu komplosu) Allah da karşılığında tuzak kuruyordu (Duhan suresi 14. ayetin vuku bulması.) Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar.
‘‘Böylece Allah, Elçisi'ne TUZAK kuranları, kurdukları TUZAKLA, TUZAĞA DÜŞÜRDÜ.’’
Televizyonları parselleyenler, Mehdi’ye Duhan Suresi 14. ayetindeki gibi “öğretilmiş ve deli” dediler.
Kaynak: www.iskenderalimihr.blogcu.com
Düzenleyen: Kurtuluş Devrim
Dikkat edin, yazımın hiçbir yerinde İskender Evrenesoğlu’nun Mehdi olduğunu iddia etmedim. Sadece onların sitesinden düzenlenmiş bir alıntı yaptım.
İşte Hz. Mehdi (a.s)’ye düzenlenen komplo konusu ile ilgili olan ayetler ve tefsirleri:
DUHAN SURESİ ( 9–16 ve 59 ) MEALİ
(9) Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar. (Peygamberi alaya alıyorlar)
(10) Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle;
(11) (Bu duman) insanları sarıp-kuşatıverir. İşte bu, acı bir azaptır.
(12) "Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz."
(13) Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, apaçık mucizeleriyle bir peygamber gelmişti.
(14) Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir."
(15) Biz sizden bu azabı biraz açıp-gidereceğiz; (ama yine) dönecek olanlarsınız siz.
(16) (Ama) büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız.
(59) Öyleyse sen gözleyip-bekle; elbette onlar da gözleyip-bekliyorlar.
DUHAN SURESİ ( 9–16 ve 59 ) MEALİ ve TEFSİRİ
(9) Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar.
Tefsir: Kesin bilgi sahibi değiller, Allah’a inanıyoruz deseler de ciddiyetle ve boyun eğerek değil, şu bildirilen İlâhi işlere, Allah'ın kitap indirdiğine, Peygamber gönderdiğine kesin olarak inanmıyor, eğleniyorlar;
(10)-(11) Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle; (Bu duman) insanları sarıp-kuşatıverir. İşte bu, acı bir azaptır.
Tefsir: Duhan-ı Mübin, aşikâra, apaçık bir duman demektir. Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhan" derler. Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de kullanırız.
(12) "Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz."
Tefsir: Duhan Azabı ile ilgili ayetlerin bugüne kadar tefsir âlimleri tarafından iki çeşit yorumu yapılmıştır.
1. Tefsir-Rivayet: DUHAN-I MÜBİN, aşikâra, apaçık bir duman demektir. Birinci tefsirde İbni Mesud Hazretleri'nden rivayet olunduğuna göre şiddetli açlık ve kıtlık seneleridir, çünkü çok aç olan kimseye gerek gözlerinin zayıflığından ve gerek çok kuraklık ve kıtlık senelerinde havanın fenalığından Sema (gökyüzü) dumanlı görünür. Bir de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhan" derler. Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de kullanırız. Olay şudur: Kureyş Resulullah (sav.)ye isyanda ileri gitmek isteyince aleyhlerine şöyle dua etti: "Allah'ım! Mudar kabilesine karşı cezanı şiddetlendir ve onlara Yusuf'un seneleri gibi seneler göster." Yani, Yusuf'un seneleri gibi kıtlık seneleriyle sıkıntıya uğramalarını niyaz etti. Bunun üzerine onları bir kıtlık yakaladı hatta cife, kemik, ilhiz yediler. Kişi yer ile gök arasını duman görüyordu. Söyleyenin sesini işitir dumandan kendisini görmezdi. Buyrulduğu gibi insanları sarmıştı.
(12) "Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz."
Tefsir: Ebu Süfyan bir kaç kişi ile Peygamber'e geldi. Allah Teâlâ'ya ve rahime (kan akrabalığına) and verdiler. Eğer dua eder de bu hali üzerlerinden savarsa iman edeceklerine söz verdiler. Ya Rabbi bizden azabı gider, biz müminiz yani bu azabı giderirsen iman edeceğiz demeleri de budur.
2. Tefsir-Rivayet: İkinci tefsirde ise Hz. Ali'den şöyle nakledilmiştir: Kıyametten önce gökten gelecek bir dumandır. Kâfir-Mümin ayır etmeksizin duman insanların kulaklarına girecek ta ki her birinin başı püryan olmuş (sarhoş olmuş) başı dönecek ve bütün yeryüzü içinde ocak yakılmış fakat deliği yok bir eve dönecek. Huzeyfe İbnü'l-Yeman'dan rivayet olunduğuna göre Resulullah buyurmuştur ki: "Alametlerin ilki Duhan ve Meryem oğlu İsa’nın inmesi, Aden'in derinliklerinden çıkacak olan bir ateştir ki insanları mahşere sevk edecektir. Huzeyfe: Ya Resulullah o duhan nedir demiş, Resulullah, "O semanın açık bir duman ile geleceği günü ki insanları saracaktır." (Duhan, 44/10,11) diye okuyup buyurmuştur ki, doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün ( 40 ay yani yaklaşık 3,5 yıl ) kırk gece duracak, bu duman mümin-kâfir ayırt etmeksizin herkesi sarhoş edecek, insanların burunlarından, kulaklarından girip aşağısından çıkacak.
Fahruddin Râzî İbni Abbas'tan meşhur kavlin ( genel kabul gören tefsirin ) bu olduğunu söyler. Gerçi "Duhan-ı mübîn" deyimi buna, sözün akışı da öncekine daha uygundur. Çünkü bize göre Duhan Suresi'ndeki Duhan Azabı olayının Resulullah'ın hayatta olduğu bir sırada gerçekleşmesi gerektiği üstü kapalı olarak hissedilmektedir. Fakat Surede sözü edilen olay Resulullah hayatta iken, vefat etmeden önce gerçekleşmemiştir. Öyleyse Duhan Suresi'ndeki Duhan Azabı olayının ve suredeki diğer olayların gerçekleşebilmesi için Resulullah'ın kıyametten hemen önce Hz. İsa (a.s) gibi tekrar hayata gelmesi, dönmesi gerekir. Eğer bu fikir doğruysa son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. Mehdi (a.s) aslında aynı kişilerdir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) miladi 1980 yılından itibaren hayata gelmiştir, hayattadır, aramızdadır...
(13) Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, apaçık mucizeleriyle bir peygamber gelmişti.
Tefsir: Oysa kendilerine beyan edici bir Resul geldi. Açık ayetler, açık mucizelerle, Allah tarafından gönderildiği besbelli olarak her şeyi apaçık anlatan hem fiili hem sözü ile açık olan bir peygamber geldi.
(14) Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir."
Tefsir: Kâh muallem, yani talim olunmuş, Lise tahsili yapmış, okumuş, öğretilmiş, içine Şeytan girmiş, Şeytan öğretiyor dediler, kâh da mecnun (deli) dediler, artık bu halde bu yetenekte bulunan insanlara yalnız olayların ifadesinden ibret almak, uyanmak, sözünde durmak ne kadar uzak.
(15) Biz sizden bu azabı biraz açıp-gidereceğiz; (ama yine) dönecek olanlarsınız siz.
Tefsir: Samimi iman sözünüzde durmayacaksınız. Allah'a yalvarışınızı ve size tattırılan acıklı azabı unutacaksınız.
(16) (Ama) Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız.
Tefsir: 15. ayetteki ‘‘Döneceksiniz’’ deyimi azabın da dönmesini ima ettiğine göre, ‘‘Duhan Azabı’’nı iki kısımda değerlendirmeliyiz. Birinci kısım "küçük sıkma" olan ‘‘Duhan-ı Mübin’’ ikinci kısım ise ‘‘büyük sıkma’’ olan ‘‘Batşe-i Kübra’’ olmak üzere buradaki değerlendirme iki mana arasını birleştirse gerekir.)
(59) Öyleyse sen (de) gözleyip, bekle; elbette onlar da gözleyip-bekliyorlar.
Tefsir: Dünyevi, yasak zevklerden vazgeçmeyen, vazgeçemeyen bir kısım insanlar gönderilen peygamberi (Hz. Mehdi’yi) dünyevi, yasak zevkleri için bir tehdit olarak görüyorlar, peygamberin öldürülmesini, ölümünü umuyor ve gözlüyorlar. Allah da peygamberine kendisinin ölümünü gözetleyen bir kısım insanların ‘Duhan Azabı’yla misilleme yiyecekleri; azaba uğratılacakları günü gözetlemesini (beklemesini) telkin ediyor. Duhan Azabı'na neden olacak duman bütün dünyayı saracaktır.
Çevre için henüz çok geç değil
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
2 Mayıs 2011 Pazartesi
25 Mart 2011 Cuma
Küresel Isınma İle Bağlantısını Nasan gizemli Bulutu Araştırıyor
Nasa Gizemli Bulutu Araştırıyor

NASA son yıllarda atmosferde gizemli bir şekilde beliren mavi renkteki bulutları araştırmak üzere bir uzay aracını Dünya yörüngesine gönderecek.
İSTANBUL - Son yıllarda atmosferin üst katmanlarında oluşan mavi renkli parlak bulut kümelerinin nereden geldiği bilinmiyor. Uzmanların ilk etapta küresel ısınmanın dolaylı etkilerinden biri kabul ettikleri ancak tam olarak tanım koyamadıkları bu bulut kümeleri şimdi NASA’nın gönderdiği gözlem uydusu tarafından araştırılacak. Atmosferin en üst katmanında yer alan bulutların saçtığı mavi parıltılar günbatımı ve şafak vakti gözlemlenebiliyor.
‘Mesosferde Havadurumu’ (The Aeronomy of Ice in the Mesosphere -AIM) adlı uydu bu gizemli doğa fenomenini araştırma adına yapılan ilk girişim. Uydunun en önemli gözlemi bu bulutların küresel ısınmanın bir sonucu olup olmadığını tespit etmeye yarayacak veriler toplamak. İklimbilimciler, bu verilerden küresel ısınmanın şimdiye dek pek bilinmeyen ama olası dolayı etkilerini anlamakta yararlanacak.
GİZEMLİ MAVİ GECE PARILTISI
Söz konusu gizemli mavi bulutlar, atmosferin üst katmanlarında, yaklaşık 80 km yükseklikte (uzay sınırı 100 km) oluşuyor ve geceleri mavimsi bir parlaklık saçıyor. Bu parlaklık genellikle günbatımı veya gündoğumundan önce gözlemlenebiliyor.
ABD’nin önde gelen üniversitelerinden University in Virginia astronomi profesörü ve proje sorumlusu James Russell, yeryüzündeki gözlem noktası için gün batmış olsa dahi bulutların Güneş ışınlarını yeterince yakalayacak yükseklikte olduğunu ve parlamayı sürdürdüğünü belirtiyor.
OLUŞUMU TAM BİLİNMİYOR
Söz konusu bulutlar aslında bilim dünyası için yeni değil. Mavi parıltı saçan bu bulutlar ilk olarak 1885 yılında gözlemlendiğinde, 1883 yılında patlayan Endonezya’daki ünlü Krakatoa yanardağının bir sonucu olduğu düşünülmüştü. Zira, Krakatoa yanardağının patlamasının ardından saçılan küllerin yarattığı bulut, tüm atmosferi kaplamış ve Güneş ışınlarının yeryüzüne düşmesini keserek, son yüzyılların en soğuk yazının yaşanmasına neden olmuştu.
Ancak Russell, söz konusu mavi ışıltılı bulutların son yıllarda yer değiştirmesi ve gizemli bir parlaklık kazanmasının açıklanamadığını vurguluyor ve ekliyor: “Bulutlar her geçen yıl giderek daha parlak bir hal alıyor, bu kadar hızlı bir süreç daha önce yaşanmamıştı”.
Birçok bilim insanı bu mavi bulutların insanların doğada yol açtığı bir takım süreçlerin sonucu olduğunu düşünüyor. Bulut oluşumu için üç etken biraraya geliyor. Sıkışmış su partikülleri, su ve soğuk ısı. Russell’a göre, hava kirliliği ve küresel ısınmanın yarattığı ısı gökyüzünde, bu tip bir süreci tetikleyebilir.
ATMOSFERDE BULUT OLUŞUMU
Atmosferdeki ısınmadan sadece fabrika bacaları sorumlu değil. Binyıllardır süregelen hayvanların saldığı metan dahi birikim yapabilir. Atmosferde biriken metan Güneş ışınları tarafından kırıldığında hidrojen açığı çıkıyor ve bu hidrojen de zamanla oksijen ile birleşerek suya dönüşüyor. Dolayısıyla gökyüzünde, yeryüzündeki denizler ve ırmaklandan buharlaşan suya ek bir H2O birikim meydana geliyor.
KÜRESEL ISINMANIN ETKİSİ
Buna ek olarak, insanoğlunun yarattığı karbondiyoksit de yukarı atmosferin soğumasına neden oluyor. İşte bulutlarda bu katmanda meydana geldiği için, küresel ısınma şüphesi öne çıkıyor. Söz konusu 80 km yüksekliklerde atmosfer yoğunluğu, yekçekiminin zayıflaması sonucu daha düşük olduğu için, bulutların ısı tutma yetenekleri de düşük oluyor. Bu durumda da ısı uzaya kaçıveriyor.
Bulutlar, kuzey ve güney yarımkürelerde kutuplara en çok Güneş ışınının düştüğü yaz aylarında meydana geliyor. Bir olasılıkla yerden yükselen sıcak hava atmosferin alt katmanlarından üst katmanlarına partiküller taşıyarak, üst katmanlarında su açısından zenginleşmesine ve bunun sonucu olarak da bulut oluşumuna katkıda bulunuyor.
DOĞAL GÜNEŞ ŞEMSİYESİ
Mavi ışıltılı bulutların incelenmesinin uzun vadeli sonuçları olacak. Bunların en önemlisi, küresel ısınmanın yol açmış olmasına karşın bu bulut yapısı küresel ısınmayı dengeleyecek bir işlev de görebilir. Russell’a göre, bu bulutlar Dünya’nın etrafında ince yarı geçirgen bir şemsiye işlevi üstlenerek, Güneş ışınlarını bir nebze filtreleyebilir. Bu da yeryüzünün daha az ısınması ve küresel ısınmanın zayıflaması demek.
AIM UYDUSU
AIM uydusu üç farklı gözlem aracı kullanacak. Bunlardan biri dört kameralı bulutların ve atmosferin fotoğraflarını çekecek bir görüntüleme sistemi. İkincisi bulutların içindeki buz partiküllerinin kimyasal yapısını ve Güneş ışını geçirgenliğini araştıracak olan analiz ünitesi. Üçüncü olarak da uzaydan düşen toz parçalarını yakalayacak olan yapışkanlı yüzey. AIM uydusu California’daki Vandenburg Hava Üssü’den bu Aralık’ta fırlatılacak.
NASA son yıllarda atmosferde gizemli bir şekilde beliren mavi renkteki bulutları araştırmak üzere bir uzay aracını Dünya yörüngesine gönderecek.
İSTANBUL - Son yıllarda atmosferin üst katmanlarında oluşan mavi renkli parlak bulut kümelerinin nereden geldiği bilinmiyor. Uzmanların ilk etapta küresel ısınmanın dolaylı etkilerinden biri kabul ettikleri ancak tam olarak tanım koyamadıkları bu bulut kümeleri şimdi NASA’nın gönderdiği gözlem uydusu tarafından araştırılacak. Atmosferin en üst katmanında yer alan bulutların saçtığı mavi parıltılar günbatımı ve şafak vakti gözlemlenebiliyor.
‘Mesosferde Havadurumu’ (The Aeronomy of Ice in the Mesosphere -AIM) adlı uydu bu gizemli doğa fenomenini araştırma adına yapılan ilk girişim. Uydunun en önemli gözlemi bu bulutların küresel ısınmanın bir sonucu olup olmadığını tespit etmeye yarayacak veriler toplamak. İklimbilimciler, bu verilerden küresel ısınmanın şimdiye dek pek bilinmeyen ama olası dolayı etkilerini anlamakta yararlanacak.
GİZEMLİ MAVİ GECE PARILTISI
Söz konusu gizemli mavi bulutlar, atmosferin üst katmanlarında, yaklaşık 80 km yükseklikte (uzay sınırı 100 km) oluşuyor ve geceleri mavimsi bir parlaklık saçıyor. Bu parlaklık genellikle günbatımı veya gündoğumundan önce gözlemlenebiliyor.
ABD’nin önde gelen üniversitelerinden University in Virginia astronomi profesörü ve proje sorumlusu James Russell, yeryüzündeki gözlem noktası için gün batmış olsa dahi bulutların Güneş ışınlarını yeterince yakalayacak yükseklikte olduğunu ve parlamayı sürdürdüğünü belirtiyor.
OLUŞUMU TAM BİLİNMİYOR
Söz konusu bulutlar aslında bilim dünyası için yeni değil. Mavi parıltı saçan bu bulutlar ilk olarak 1885 yılında gözlemlendiğinde, 1883 yılında patlayan Endonezya’daki ünlü Krakatoa yanardağının bir sonucu olduğu düşünülmüştü. Zira, Krakatoa yanardağının patlamasının ardından saçılan küllerin yarattığı bulut, tüm atmosferi kaplamış ve Güneş ışınlarının yeryüzüne düşmesini keserek, son yüzyılların en soğuk yazının yaşanmasına neden olmuştu.
Ancak Russell, söz konusu mavi ışıltılı bulutların son yıllarda yer değiştirmesi ve gizemli bir parlaklık kazanmasının açıklanamadığını vurguluyor ve ekliyor: “Bulutlar her geçen yıl giderek daha parlak bir hal alıyor, bu kadar hızlı bir süreç daha önce yaşanmamıştı”.
Birçok bilim insanı bu mavi bulutların insanların doğada yol açtığı bir takım süreçlerin sonucu olduğunu düşünüyor. Bulut oluşumu için üç etken biraraya geliyor. Sıkışmış su partikülleri, su ve soğuk ısı. Russell’a göre, hava kirliliği ve küresel ısınmanın yarattığı ısı gökyüzünde, bu tip bir süreci tetikleyebilir.
ATMOSFERDE BULUT OLUŞUMU
Atmosferdeki ısınmadan sadece fabrika bacaları sorumlu değil. Binyıllardır süregelen hayvanların saldığı metan dahi birikim yapabilir. Atmosferde biriken metan Güneş ışınları tarafından kırıldığında hidrojen açığı çıkıyor ve bu hidrojen de zamanla oksijen ile birleşerek suya dönüşüyor. Dolayısıyla gökyüzünde, yeryüzündeki denizler ve ırmaklandan buharlaşan suya ek bir H2O birikim meydana geliyor.
KÜRESEL ISINMANIN ETKİSİ
Buna ek olarak, insanoğlunun yarattığı karbondiyoksit de yukarı atmosferin soğumasına neden oluyor. İşte bulutlarda bu katmanda meydana geldiği için, küresel ısınma şüphesi öne çıkıyor. Söz konusu 80 km yüksekliklerde atmosfer yoğunluğu, yekçekiminin zayıflaması sonucu daha düşük olduğu için, bulutların ısı tutma yetenekleri de düşük oluyor. Bu durumda da ısı uzaya kaçıveriyor.
Bulutlar, kuzey ve güney yarımkürelerde kutuplara en çok Güneş ışınının düştüğü yaz aylarında meydana geliyor. Bir olasılıkla yerden yükselen sıcak hava atmosferin alt katmanlarından üst katmanlarına partiküller taşıyarak, üst katmanlarında su açısından zenginleşmesine ve bunun sonucu olarak da bulut oluşumuna katkıda bulunuyor.
DOĞAL GÜNEŞ ŞEMSİYESİ
Mavi ışıltılı bulutların incelenmesinin uzun vadeli sonuçları olacak. Bunların en önemlisi, küresel ısınmanın yol açmış olmasına karşın bu bulut yapısı küresel ısınmayı dengeleyecek bir işlev de görebilir. Russell’a göre, bu bulutlar Dünya’nın etrafında ince yarı geçirgen bir şemsiye işlevi üstlenerek, Güneş ışınlarını bir nebze filtreleyebilir. Bu da yeryüzünün daha az ısınması ve küresel ısınmanın zayıflaması demek.
AIM UYDUSU
AIM uydusu üç farklı gözlem aracı kullanacak. Bunlardan biri dört kameralı bulutların ve atmosferin fotoğraflarını çekecek bir görüntüleme sistemi. İkincisi bulutların içindeki buz partiküllerinin kimyasal yapısını ve Güneş ışını geçirgenliğini araştıracak olan analiz ünitesi. Üçüncü olarak da uzaydan düşen toz parçalarını yakalayacak olan yapışkanlı yüzey. AIM uydusu California’daki Vandenburg Hava Üssü’den bu Aralık’ta fırlatılacak.
Küresel ısınma, Buzulların Erimesi Hızla Devam Ediyor
Küresel ısınma, Grönland'ın buzullarının tarihte hiç olmadığı kadar hızlı erimesine yol açıyor. Bilim insanları, Grönland'a 1.000 yıl ömür biçiyor.
ST. LOUIS - Bilim insanlarının tahminlerine göre, 2005'te Grönland'dan eriyerek denize karışan su miktarı 1996'daki düzeyinin tam iki katına çıktı. Grönlad buzullarının bütünüyle erimesi halinde tüm okyanuslardaki su seviyesi 7 metre yükselebilir. Grönland'dan yılda eriyen buzul miktarı İstanbul'un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katı.

Yüzey sıcaklıklardaki artışın buzulların hızla erimesine neden olduğu biliniyordu, ancak NASA Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot ve University of Kansas öğretim üyesi Pannir Kanagaratnam'ın ortak çalışması Dünya'nın kuzey ucundaki buzul erimesinin sanılandan çok daha hızlı gerçekleştiğini ortaya koyuyor.YILDA 220 KİLOMETRE KÜP BUZUL ERİYORABD'nin St.Louis kentinde bir konferansta konuşan NASA'ya bağlı Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot, Grönland'daki erimenin "her geçen yıl giderek daha hızlanacağını ve insanoğlunun erimenin ve sonuçlarının üstesinden gelemeyeceğini" ifade etti. Daha önce Grönland'ın eriyerek okyanusa karışacağı biliniyordu ancak bunun uzun yüzyıllar alacağı sanılıyordu, ancak son çalışma Grönland'a en fazla 1.000 yıl ömür biçiyor. 1996 yılında Grönland'da yılda 100 kilometre küp buzul erirken, bu rakam 2005'te 220 kilometre küp'e çıktı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, bu rakam İstanbul'un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katına denk düşüyor (İstanbul yılda 0.73 kilometre küp su tüketiyor).
Grönland buzullarındaki erimenin, küresel su seviyesindeki yükselmenin yüzde 17'sini oluşturduğu düşünülüyor. Eriyen buzullardan dolayı okyanuslar her yıl 2.5 milimetre yükseliyor.Uydu kameralardan yapılan ölçümlere göre, Grönland'ın güney kısımlarında sıcaklıklar son 20 yılda yaklaşık 3 derece arttı.
Bilim insanlarının buzulların erimesiyle ilgili geliştirdikleri açıklamaya göre, sıcaklıklar önce buzul yüzeyini eritiyor. Bu erimeyle oluşan sular akarak buzulun altındaki kayalık bölüme kadar sızıyor. Erimiş kar suyu, henüz erimemiş olan diğer buzul katmanlarını da kayadan kopararak denize doğru kaydırıyor. Denize doğru akan buzullar buralarda daha sıcak bir iklimle birlikte eriyor.Bilim insanları 1996-2005 aralığında buzul erimesinin haritasını oluşturarak gelecek on yıllar için projeksiyonlarda bulunuyor.Grönland'ın buzul katmanı, 3 kilometre derinliğinde 1.7 milyon kilometre kare bir alana yayılıyor
Grönland eriyor, okyanus taşıyor
Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma, Grönland'daki buz kütlesinin daha önce sanıldığından daha hızlı parçalanmaya başladığını ve denizlerin seviyesinin daha önce varsayılandan daha hızlı yükselebileceğini ortaya koydu.
Uydu verilerinden faydalanılarak yapılan araştırmaya göre, küresel ısınma Grönland'dan artan hızla parçaların kopmasına neden oluyor.
Buzulların kapladığı alan yaklaşık 1.7 kilometrekare yani, yaklaşık Meksika'nın yüzölçümüne eşit ve 3 kilometre kalınlığında.
Bu da, buz kütlesinin yüzeyinde yaşanan erimenin deniz seviyesinin artmasında çok önemli bir etki yaratması anlamına geliyor.
Son 20 yılda Grönland'da hava sıcaklığı yaklaşık 3 derece arttı.
Bu gelişme ise, Atlas Okyanusu'na akan su miktarını da hızlandırmış oldu.

Bilim adamlarına göre, son on yıl içinde kütledeki erime yaklaşık üçe katlandı.
Grönland'daki buz kütlesinin erimesiyle deniz seviyelerinin 7 metre yükseleceği tahmin ediliyor.Son zamanlara kadar böyle bir gelişmenin bin yıl alabileceği düşünülüyordu.
Ancak araştırmacılar, son veriler ışığında bunun daha erken gerçekleşebileceği uyarısında bulunuyorlar.
Deniz seviyesindeki yükselmenin yaratacağı en büyük tehlike, deniz seviyesinden yüksekliği pek fazla olmayan adaların risk altına girmesi olacak.
Ancak bilim adamları, bunun yalnızca küçük adalardan ibaret olmayacağını, aralarında Londra'nın da bulunduğu bazı büyük kentlerin alçak kesimlerinin su altında kalmasının da kendilerini kaygılandıran bir ihtimal olduğunu aktarıyor
ANTARKTİKA'DA KÜRESEL ISINMANIN ETKİLERİ
Küresel ısınma içten içe Antarktika'yı eritiyor. Bilim insanları, 'Beyaz Kıta'nın her yıl en iyi ihtimalle 72 kilometre küp, en kötü olasılıkla da 232 kilometre küp buz yitirdiğini vurguluyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, İstanbul yılda 0.75 kilometre küp su tüketiyor. Eriyen buzlar okyanuslara karışarak küresel su seviyesinin yükselmesine neden oluyor.

Dünyadaki tüm buzul kütlesinin yüzde 90'ı, tatlı suyun da yüzde 70'i Antarktika'da bulunuyor. Dolayısıyla kıtadaki erime dünya su kaynaklarındaki binlerce yıllık dengenin bozulmasına yol açacak.
ABD'li University of Colorado-Boulder uzmanları, şimdiye dek hiç denenmemiş yeni bir yöntem kullandı ve 'Beyaz Kıta' üzerindeki yerçekimini son derece hassas aletlerle ölçtü. Gözlemler NASA'nın Gravity Recovery ve Climate Experiment adlı uydularıyla yapıldı.
BUZUL ERİMESİ DENİZLERİ YÜKSELTİYOR
Eriyen buzların deniz seviyesinde 0.4 milimetre'lik bir artış yaptığı düşünüldüğünde buzul erimesinin sonuçları cüzzi görülebilir. Ancak her yıl artarak ilerleyen bu durum karşısında, insanoğlunun bu gidişi geri döndürmek için herhangi bir önlem almaması işin ciddiyetini artırıyor.

Gelecek yıllarda daha da ısınması beklenen Dünya atmosferinin, daha çok buzulun erimesine neden olacağı, bilim insanları tarafından sık sık dile getiriliyor. Dünya denizleri yılda 1.8 mm yükseliyor. Antarktika ve Grönland'daki erimenin birkaç yüzyıl zarfında küresel su seviyesini 7 metre yükseltmesi bekleniyor. Antarktika'daki buzullar ortalama 2 kilometre kalınlığında.
BUHARLAŞMA 'BEYAZ KITA'YI KURTARAMAYACAK
Bilim insanları, son yıllarda Antarktika ve Grönland'dan buzul erimesini kanıtlayan bir çok araştırma yayımladı. Antarktika'da en tehlikeli erime kıtanın batısında gerçekleşiyor. Bilim insanları küresel ısınmanın bir yandan buzulları eritirken, diğer yandan da buharlaşmayı artırarak daha fazla yağmura neden olacağını öngörüyor. Artan buharlaşmanın Antarktika'da buzullaşmaya yol açacağı da yapılan tahminler arasında.
Bilim insanları, ancak buzullaşmanın 'Beyaz Kıta'nın iç kısımlarında artacağını, buna karşılık kıyılarda ise ısınmayla erimenin devam edeceğini ileri sürüyor. Ancak uzmanlar bilgisayar modellemelerine göre, buzullaşma ile erime arasındaki dengenin, kıtanın aleyhinde işlediğini, buzullaşmanın erimeyi tamamlamadığını vurguluyor.
ST. LOUIS - Bilim insanlarının tahminlerine göre, 2005'te Grönland'dan eriyerek denize karışan su miktarı 1996'daki düzeyinin tam iki katına çıktı. Grönlad buzullarının bütünüyle erimesi halinde tüm okyanuslardaki su seviyesi 7 metre yükselebilir. Grönland'dan yılda eriyen buzul miktarı İstanbul'un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katı.
Yüzey sıcaklıklardaki artışın buzulların hızla erimesine neden olduğu biliniyordu, ancak NASA Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot ve University of Kansas öğretim üyesi Pannir Kanagaratnam'ın ortak çalışması Dünya'nın kuzey ucundaki buzul erimesinin sanılandan çok daha hızlı gerçekleştiğini ortaya koyuyor.YILDA 220 KİLOMETRE KÜP BUZUL ERİYORABD'nin St.Louis kentinde bir konferansta konuşan NASA'ya bağlı Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot, Grönland'daki erimenin "her geçen yıl giderek daha hızlanacağını ve insanoğlunun erimenin ve sonuçlarının üstesinden gelemeyeceğini" ifade etti. Daha önce Grönland'ın eriyerek okyanusa karışacağı biliniyordu ancak bunun uzun yüzyıllar alacağı sanılıyordu, ancak son çalışma Grönland'a en fazla 1.000 yıl ömür biçiyor. 1996 yılında Grönland'da yılda 100 kilometre küp buzul erirken, bu rakam 2005'te 220 kilometre küp'e çıktı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, bu rakam İstanbul'un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katına denk düşüyor (İstanbul yılda 0.73 kilometre küp su tüketiyor).
Grönland buzullarındaki erimenin, küresel su seviyesindeki yükselmenin yüzde 17'sini oluşturduğu düşünülüyor. Eriyen buzullardan dolayı okyanuslar her yıl 2.5 milimetre yükseliyor.Uydu kameralardan yapılan ölçümlere göre, Grönland'ın güney kısımlarında sıcaklıklar son 20 yılda yaklaşık 3 derece arttı.
Bilim insanlarının buzulların erimesiyle ilgili geliştirdikleri açıklamaya göre, sıcaklıklar önce buzul yüzeyini eritiyor. Bu erimeyle oluşan sular akarak buzulun altındaki kayalık bölüme kadar sızıyor. Erimiş kar suyu, henüz erimemiş olan diğer buzul katmanlarını da kayadan kopararak denize doğru kaydırıyor. Denize doğru akan buzullar buralarda daha sıcak bir iklimle birlikte eriyor.Bilim insanları 1996-2005 aralığında buzul erimesinin haritasını oluşturarak gelecek on yıllar için projeksiyonlarda bulunuyor.Grönland'ın buzul katmanı, 3 kilometre derinliğinde 1.7 milyon kilometre kare bir alana yayılıyor
Grönland eriyor, okyanus taşıyor
Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma, Grönland'daki buz kütlesinin daha önce sanıldığından daha hızlı parçalanmaya başladığını ve denizlerin seviyesinin daha önce varsayılandan daha hızlı yükselebileceğini ortaya koydu.
Uydu verilerinden faydalanılarak yapılan araştırmaya göre, küresel ısınma Grönland'dan artan hızla parçaların kopmasına neden oluyor.
Buzulların kapladığı alan yaklaşık 1.7 kilometrekare yani, yaklaşık Meksika'nın yüzölçümüne eşit ve 3 kilometre kalınlığında.
Bu da, buz kütlesinin yüzeyinde yaşanan erimenin deniz seviyesinin artmasında çok önemli bir etki yaratması anlamına geliyor.
Son 20 yılda Grönland'da hava sıcaklığı yaklaşık 3 derece arttı.
Bu gelişme ise, Atlas Okyanusu'na akan su miktarını da hızlandırmış oldu.
Bilim adamlarına göre, son on yıl içinde kütledeki erime yaklaşık üçe katlandı.
Grönland'daki buz kütlesinin erimesiyle deniz seviyelerinin 7 metre yükseleceği tahmin ediliyor.Son zamanlara kadar böyle bir gelişmenin bin yıl alabileceği düşünülüyordu.
Ancak araştırmacılar, son veriler ışığında bunun daha erken gerçekleşebileceği uyarısında bulunuyorlar.
Deniz seviyesindeki yükselmenin yaratacağı en büyük tehlike, deniz seviyesinden yüksekliği pek fazla olmayan adaların risk altına girmesi olacak.
Ancak bilim adamları, bunun yalnızca küçük adalardan ibaret olmayacağını, aralarında Londra'nın da bulunduğu bazı büyük kentlerin alçak kesimlerinin su altında kalmasının da kendilerini kaygılandıran bir ihtimal olduğunu aktarıyor
ANTARKTİKA'DA KÜRESEL ISINMANIN ETKİLERİ
Küresel ısınma içten içe Antarktika'yı eritiyor. Bilim insanları, 'Beyaz Kıta'nın her yıl en iyi ihtimalle 72 kilometre küp, en kötü olasılıkla da 232 kilometre küp buz yitirdiğini vurguluyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, İstanbul yılda 0.75 kilometre küp su tüketiyor. Eriyen buzlar okyanuslara karışarak küresel su seviyesinin yükselmesine neden oluyor.
Dünyadaki tüm buzul kütlesinin yüzde 90'ı, tatlı suyun da yüzde 70'i Antarktika'da bulunuyor. Dolayısıyla kıtadaki erime dünya su kaynaklarındaki binlerce yıllık dengenin bozulmasına yol açacak.
ABD'li University of Colorado-Boulder uzmanları, şimdiye dek hiç denenmemiş yeni bir yöntem kullandı ve 'Beyaz Kıta' üzerindeki yerçekimini son derece hassas aletlerle ölçtü. Gözlemler NASA'nın Gravity Recovery ve Climate Experiment adlı uydularıyla yapıldı.
BUZUL ERİMESİ DENİZLERİ YÜKSELTİYOR
Eriyen buzların deniz seviyesinde 0.4 milimetre'lik bir artış yaptığı düşünüldüğünde buzul erimesinin sonuçları cüzzi görülebilir. Ancak her yıl artarak ilerleyen bu durum karşısında, insanoğlunun bu gidişi geri döndürmek için herhangi bir önlem almaması işin ciddiyetini artırıyor.
Gelecek yıllarda daha da ısınması beklenen Dünya atmosferinin, daha çok buzulun erimesine neden olacağı, bilim insanları tarafından sık sık dile getiriliyor. Dünya denizleri yılda 1.8 mm yükseliyor. Antarktika ve Grönland'daki erimenin birkaç yüzyıl zarfında küresel su seviyesini 7 metre yükseltmesi bekleniyor. Antarktika'daki buzullar ortalama 2 kilometre kalınlığında.
BUHARLAŞMA 'BEYAZ KITA'YI KURTARAMAYACAK
Bilim insanları, son yıllarda Antarktika ve Grönland'dan buzul erimesini kanıtlayan bir çok araştırma yayımladı. Antarktika'da en tehlikeli erime kıtanın batısında gerçekleşiyor. Bilim insanları küresel ısınmanın bir yandan buzulları eritirken, diğer yandan da buharlaşmayı artırarak daha fazla yağmura neden olacağını öngörüyor. Artan buharlaşmanın Antarktika'da buzullaşmaya yol açacağı da yapılan tahminler arasında.
Bilim insanları, ancak buzullaşmanın 'Beyaz Kıta'nın iç kısımlarında artacağını, buna karşılık kıyılarda ise ısınmayla erimenin devam edeceğini ileri sürüyor. Ancak uzmanlar bilgisayar modellemelerine göre, buzullaşma ile erime arasındaki dengenin, kıtanın aleyhinde işlediğini, buzullaşmanın erimeyi tamamlamadığını vurguluyor.
Küresel Isınmanın Başlangıç Tarihi Hakkında Bilgi..!
Günümüz toplunu etkileyen ve ilgisini son 20 yıl içinde çekmeye başlayan ve sürekli artan sera etkisi ve küresel ısınma, yaklaşık 100 yıldır bilinmekte ve bilim adamları tarafından incelenmektedir. Atmosferdeki CO2 birikiminin değişmesine bağlı olarak, iklimin değişebilirliği ilk kez 1896 yılında Nobel ödülü sahibi İsveçli S. Arrhenius tarafından öngörülmüştür.
Ancak, ilk kez 1979 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) öncülüğünde “Birinci Dünya İklim Konferansı” düzenlenmiş; fosil yakıtlardan ve CO2 birikiminden kaynaklanan küresel iklim değişikliği vurgulanmıştır.
Yapılan ilk ciddi konferans, 5-12 Haziran 1992 tarihindeki Rio Konferansı’dır. Bu konferans sonucunda Rio Deklarasyonu yayımlanmış; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin de içinde bulunduğu 184 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu sözleşmeye göre iki çalışma grubu oluşturulmuştur.Birinci çalışma grubunda ülkelerin CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarıyla ilgili yükümlülükler; ikinci çalışma grubunda ise yasal ve kurumsal mekanizmalar ele alınmıştır. Çalışma gruplarının yaptığı araştırmalar sonunda, gelişmiş ülkelerin önceki süreçte atmosfere yaydığı sera gazları dikkate alınmış ve bu ülkelerin emisyonlarında derhal indirim yoluna gitmeleri belirtilmiştir.
Gelişmekte olan ülkelere ise; sanayileşme süreçlerinin devam ettiği vurgulanarak gaz emisyonu indiriminde esneklik sağlanmıştır. Bu tespitlerden yola çıkılarak gelişmekte olan ülkelere tanınan sera gazı salınım esnekliğinin istenilen seviyede tutulabilmesi için gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesine maddi kaynak ve teknolojik destek sağlamaları gerektiği belirtilmiştir.Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin en önemli amacı “Atmosferdeki sera gazı birikimlerini iklim sistemi üzerindeki tehlikeli antropojen (insan kaynaklı) etkileri önleyecek bir düzeyde durdurmak” biçiminde tanımlanmıştır.
Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Rio Deklarasyonu sonrasında imzalanan diğer bir önemli belge de 1997 Kyoto Protokolüdür. Bu protokole göre taraf ülkeler insan kaynaklı CO2 ve öteki sera gazı salınımlarını 2008-2012 döneminde 1990 Düzeylerinin En az %5 altına indireceklerdir.
Kyoto Sözleşmesinin Tam Metni
Avrupa Birliği hem üye olarak hem de tek tek üye ülkeler açısından %8′lik azaltma yükümlülüğü almıştır. Protokolde Amerika Birleşik Devletlerinin belirlenmiş salınım azaltma yükümlülüğü %7′dir. Ancak dönemin Amerika Başkan Yardımcısı Al Gore bu yükümlülüğü kabul etmenin mümkün olmadığını ve kendi halkının çıkarları doğrultusunda değiştirmek için elinden geleni yapacağını açıklamıştır.
Uluslararası önlemler daha sonraki süreçte ABD, Buenos Aires’te gerçekleştirilen Taraflar Konferansı’nın (COP-4) sonunda Kyoto Protokolü’nü imzaladığı ancak Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan anahtar ülkeler sera gazı salınımlarını sınırlandırma konusunda herhangi bir yükümlülük almadıkça protokole taraf olmayacağını ilan etmiştir. Bilindiği gibi ABD’nin dünya siyasi arenasındaki gücü ekonomik üstünlüğünden ileri gelmektedir. Bu gücün önemli bir kısmını da “petrol tekelleri” dediğimiz Amerikan petrol şirketleri oluşturmaktadır.
ABD’nin insan kaynaklı sera gazı salınımlarını sınırlandırma sürecinde almış olduğu tutum insan hayatı pahasına da olsa, kendi ekonomik çıkarlarından vazgeçmek istemediğinin belirgin bir kanıtıdır.Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Sonuç olarak taraf ülkelerin anlaşmazlıkları sebebiyle Kyoto Protokolü herhangi bir yaptırım gücü ya da geçerliği olmayan bir metin olarak kalmıştır.Daha sonraki süreçte, küçük bünyeli çeşitli konferanslar yapılmış ancak daha önce alınan kararlar bir türlü hayata geçirilemediğinden Hollanda’da 35 ülkenin katılımıyla 13-24 Kasım 2000 tarihinde Taraflar Konferansı 6 (COP-6) düzenlenmiştir.
La Haye Konferansı olarak bilinen bu toplantının gündemi Kyoto Protokolü’nde alınan kararların hayata geçirilme yolları olmuştur. Bu amaçla konferans başkanlarına bazı görevler ve denetleme yetkileri verilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen protokolün işleyişi tam olarak sağlanamamış ve anlaşmazlıklar bir sonraki toplantıya ertelenmiştir.Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve daha birçok ülkenin katılımı ile gerçekleştirlen tüm bu konferanslar hiçbir somut adıma dönüşememiştir.
Bu çözümsüzlüğün nedeni; başta ABD olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerin “ulusal çıkarlarımız” dedikleri ancak esasen ekonomik temelli olan çıkarlarından vazgeçmek istemeleridir. Yayımlanan ve hatta imzalanan hiçbir protokol “insanlığın çıkarları” adına somut önlemler alamamış sadece siyasi arenadaki metin kalabalığına birkaç yaprak daha eklemiştir.
Ölçümlere göre 1860-1900 yılları arasında, denizde ve karadaki küresel sıcaklık her ikisinde de 0,75 °C yükseldi. 1979'dan beri kara sıcaklığı deniz sıcaklığının iki katı hızla yükseldi(0.13 °C/onyıl karşın 0.25 °C/onyıl). Uydudan yapılan sıcaklık ölçümlerine göre alt troposferdeki sıcaklık 1979'dan beri, her on yıllık dilimde, 0.12 ile 0.22 °C arasında yükselmiştir. Sıcaklıkların, 1850'den önceki 1000 ile 2000 yıllık dönemler boyunca, Orta Çağ Ilıman Dönemi ve Küçük Buz Çağı gibi kısmi dalgalanmalar dışında, nispeten kararlı bir seyir izlediğine inanılmaktadır. NASA'nın hesaplamalarına göre, güvenilir ölçümlerin yapılabildiği 1800'lerden beri 2005 yılı, 1998'i geçerek, en sıcak yıl olmuştur.
Dünya Meteoroloji Organizasyonu ve BK İklim Araştırma Biriminin hesaplamalarına göre ise 2005, 1998 yılının ardından hala ikinci sıradadır.
Şubat 2007 tarihli BM Raporu
Konu ile ilgili Birleşmiş Milletler raporu, Fransa'nın başkenti Paris'te açıklanmıştır.[6] Raporda küresel sıcaklık artışının olası etkileri aşağıdaki biçimde özetlenmektedir.
· +2 derece: Su sıkıntısı başlayacak Kuzey Amerika'da kum fırtınaları tarımı yok edecek. Deniz seviyeleri yükselecek. Peru'da 10 milyon kişi su sıkıntısı çekecek. Mercan kayalıkları yok olacak. Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30'u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
· + 5 derece: Denizler 5 m. yükselecek Deniz seviyesi ortalaması 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları tükenecek.
· + 6 derece: Göçler başlayacak Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek.
Küresel Isınmanın Yarattığı Ve Yaratacağı Tehditler
WWF (World Wildlife Fund Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından yapılan araştırmaya göre, küresel ısınma bu yüzyılın sonunda bitki ve hayvan habitatının üçte birini tehdit ediyor. Nadir görünen türler ve bölünmüş ekosistemler şimdiden kirlilik ve ormanların yok edilmesinden dolayı tehdit altında ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya 1990′lar geçen yüzyılın en sıcak yıllarıydı.
Küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanusun derinliklerine, Ekvator’dan kutuplara kadar hissediliyor.Küresel ısınmanın etkileri gezegenin her yanında görülüyor, milyonlarca insanı sel, kuraklık ve susuzlukla karşı karşıya bırakıyor.
Avustralya’da 2002 yılında yaşanan şiddetli kuraklığın ana nedeni küresel ısınmaydı. Kuzey Pasifik’te somon popülasyonunda, bölgedeki sıcaklığın normalden 6 derece artması yüzünden büyük düşüş görüldü.
California kıyılarında yüzlerce deniz kuşunun, denizlerin ısınması yüzünden besin kıtlığı yaşamalarının sonucunda, öldüğü görüldü.Okyanuslardaki ısının artmasıyla mercan kayalıklarının büyük zararlar gördüğü belirlendi. Avustralya’daki Great Barrier Reef, sürdürülebilir olmayan balıkçılık yöntemleri, yapılaşma ve iklim değişikliği yüzünden çok yakında kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Atina ve Yeni Delhi gibi şehirlerde ölüm çanları artarak çaldı, sıcak hava dalgalarından bunaldılar. Yükselen deniz seviyesi Pasifik adaları ve Hint Okyanusu’ndaki adaların çoğunu tehdit ediyor.
Büyük kasırgalar, seller, kuraklık ve sıtma gibi hastalık salgınları bizi bekliyor. Küresel ısınma, çevre felaketlerin etkilenen mültecilerin zorunlu göçleri yüzünden bölgesel çatışmalar yaşanabilir. Küresel ısınma yüzünden dünya ormanların ve hayvan türlerinin üçte biri tehdit altında.
Türkiye’de hava 3-3.6 derece ısınacak
Bilimadamları sadece 11 Avrupa ülkesinde 2001 yılında 80 kişinin seller yüzünden hayatını kaybettiğini belirtirken, sıcak dalgasından geçtiğimiz yıl 20 bin kişinin öldüğüne dikkat çekiyor. Son 5 bin yıldır Avrupa’daki buzulların şu an en alçak durumunda olduğuna da dikkat çeken Avrupalı bilimadamları, bu yaşanan ani iklim değişikliklerinin 600 bin kişiyi etkilediğini ve sadece geçen yıl 18.5 milyar dolarlık zarara yol açtığını kaydetti. Bilimdamlarının çıkardığı haritaya göre; Türkiye’de 3 ila 3.6 derece oranında ısınacak. Özellikle güneyde artış daha fazla görünüyor.
22 Mart 2011 Salı
Küresel Isınma Hakkında Bilmek İstediğiniz Herşey
Küresel Isınma Nedir?
Küresel ısınma, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Bu olay son 50 yıldır iyice saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır.
Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir ..
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.
Su buharı, diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan bağlı bir değişkendir. Dolayısıyla küresel ısınma konusunda pasif etkiye sahiptir. Ancak diğer sera gazları, yer yer bağımsız değişken olarak küresel ısınma üzerinde aktif bir etki yaratabilirler. Örneğin karbondioksit, yoğun volkanik etkinlik sonucu ya da insanlar tarafından fosil yakıtların yakılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınabilir. Bu durum, gezegenin ortalama ısısından bağımsız olarak ortaya çıkabilen ve ortalama ısının artması sonucunu doğuran bir etken olarak işlev görür.
Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmadan başat rolün atmosferde karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit,yeşil bitkilerin fotosentez olayında,karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle,atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerinde karbondioksit salınımı, gezegen üzerinde sera etkisi yaratmaktadır.
Su buharı dışındaki sera gazları dolayısıyla gezegen yüzeyindeki ortalama ısının artması, buharlaşmanın artmasına yol açacaktır. Bu ise atmosferde daha fazla su buharı, yani bulut oluşmasına yol açar. Bulutlar, güneşten gelen radyasyonun bir bölümünü dış uzaya yansıtırken bir bölümünü soğurarak ısınırlar, bir bölümünü de yeryüzüne geçirirler. Litosfer ve hidrosfere ulaşan bu radyasyonun da bir bölümü soğurularak ısınmaya yol açarken bir bölümü dış uzaya yansır. Dış uzaya yansıyan radyasyon yeniden bulut kütlesi ile karşılaştığında, aynı olaylar yaşanır, yansıtılır, soğurulur, dış uzaya kaçar.
Bu mekanizma, su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu bulutların sera etkisini artırmakta, küresel ısınmaya yeni bir katkıya yol açmaktadır.
Etkileri
II. Dünya Savaşı sonrasında dünya nüfusu 2 kat, buna karşılık enerji kullanımı 4 kat artmıştır. 1958 yılında atmosferdeki 315 ppm/m³ karbondioksit oranı 2004'te 379 ppm/m³ olmuştur. ABD dünya nüfusunun %4'üne sahipken karbondioksit üretiminin %25'ini gerçekleştirmektedir.
Olası Çözümler
The Observer gazetesinin Şubat 2004'te yayımladığı Pentagon'a ait Küresel Isınma Raporu'na göre önümüzdeki yirmi yıl içerisinde Avrupa'da birçok kıyı kenti sular altında kalacaktır. Guardian gazetesinde 2004 yılında yer alan küresel ısınma haritasına göre bundan en az etkilenen bölgeler Türkiye ve Ortadoğu ile kıyı kesimleri hariç Kuzey Afrika'dır. Küresel ısınmanın önlenmesi için bazı çareler olarak şunlar sıralanabilir:
* Her yere ağaçlar dikilmelidir.
* Teknolojik aletler dünyaya zarar vermeyecek şekilde yenilenmelidir.
* Yeni teknolojik aletler dünyaya zarar vermeyecek şekilde yapılmalıdır.
* Dünyaya zarar verenler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
* Kentleşme durdurulmalıdır.
* Köy benzeri şehirler kurulmalıdır.
* Sanayi, dünyaya zarar vermeyecek şekilde yapılmalıdır.
* Arabalar vb. buhar gücüyle veya güneş enerjisiyle çalışanlarının da üretilmesi gerekmektedir.
* Düşük enerji tüketen aletler kullanılmalıdır.
* İsraf yapılmamalıdır (su,elektrik vb.).
Dünya'nın ısınma tarihçesi
Ölçümlere göre 1860-1900 yılları arasında, denizde ve karadaki küresel sıcaklık her ikisinde de 0,75 °C yükseldi. 1979'dan beri kara sıcaklığı deniz sıcaklığının iki katı hızla yükseldi(0.13 °C/onyıl karşın 0.25 °C/onyıl). Uydudan yapılan sıcaklık ölçümlerine göre alt traposferdeki sıcaklık 1979'dan beri, her on yıllık dilimde, 0.12 ile 0.22 °C arasında yükselmiştir. Sıcaklıkların, 1850'den önceki 1000 ile 2000 yıllık dönemler boyunca, Ortaçağ Ilıman Dönem ve Küçük Buz Çağı gibi kısmi dalgalanmalar dışında, nispeten kararlı bir seyir izlediğine inanılmaktadır. Nasa'nın hesaplamalarına göre, güvenilir ölçümlerin yapılabildiği 1800'lerden beri 2005 yılı, 1998'i geçerek, en sıcak yıl olmuştur. Dünya Metereoloji Organisazyonu ve BK İklim Araştırma Biriminin hesaplamalarına göre ise 2005, 1998 yılının ardından hala ikinci sıradadır.
Nedenleri
İklim sistemi içsel ve insani etkiler, güneş hareketleri ve sera gazları, vb. nedenlerden etkilenmektedir. İklimbilimciler (klimatolog) küresel ısınma konusunda hem fikirdirler. Bu değişimin detaylı nedenleri açık bir araştırma alanıdır ama bilimsel çoğunluk sera gazlarının son zamanlardaki sıcaklık artışının başlıca nedeni olduğunu belirtmektedir.
Atmosferdeki karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) oranlarındaki artış dünya yüzeyinin sıcaklığını yükseltmektedir. CO2 oranındaki artış dünyanın yüzeyini ısıtmakta ve kutuplara yakın buzların erimesine yol açmaktadır. Buzlar eridikçe yerlerini kara veya sular almaktadır. Kara ve suların buza oranla daha az yansıtıcı olması güneş ışınımı emilimini arttırmakta ve dolayısıyla buzullarda daha fazla erimeye yol açmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin kayıtsızlığı
Küresel ısınma “sayesinde” erimeye başlayan buzullar bu güne kadar geçilmez sanılan deniz yollarını ve kara parçalarını ulaşıma açıyor ve bu kuzey yarı kürenin zengin ülkeleri için çok iyi bir haber.
Madenler ve petrol
Öncelikle Kanada ve Rusya, bir ölçüde de ABD ve Danimarka şimdiye kadar -50°’ye varan aşırı soğuklar nedeniyle kullanamadıkları bir kaç milyon kilometre karelik alanı kullanıma açıyorlar. Altın, gümüş, petrol, doğal gaz, kurşun, elmas, çinko kaynayan bu bölgenin yeraltı zenginlikleri Kuzey Kutbu’na kıyısı olan ülkeler için son derecede önemli bir gelir kaynağı olacak. Birçok maden için dünya rezervlerinin üçte birinin bu bölgede bulunduğunu söyleyebiliriz. Meselâ Rusya’nın Sibirya’daki kömür, petrol ve doğal gaz yatakları enerji karşılığı olarak dünya rezervlerinin %30’unu teşkil ediyor.
Strateji
Panama Kanalı ABD deniz kuvvetlerinin ve Amerikan ticaret filosunun yumuşak karnı. Bu kanalın işlemesine mani olabilecek bir deniz kazası veya terörist saldırı hem deniz kuvvetlerinin ikiye bölünmesine hem de iki okyanus arasındaki ticaretin kilitlenmesine yol açabilir. Ayrıca Panama Kanalının genişliği (ya da darlığı) Nimitz sınıfı uçak gemilerinin bu su yolunu kullanmasına engel. Gene aynı sebeple panamax denen boyutlardaki ticaret gemileri ile taşımacılık yapmak zorunda ABD ile ticaret yapan ülkeler. Panamax gemiler sadece 4500 konteynır taşırken post-panamax denen gemiler 12 bin konteynır taşıyarak maliyeti düşürebiliyorlar.
Kısalan ticaret yolları
Batı Avrupa, Doğu Asya ve Kuzey Amerika limanları birbirlerine yaklaşacak eriyen buzlar “sayesinde”. Yaklaşık 5000 ilâ 15 000 km kadar.
3000-4000 konteynır taşıyabilen bir yük gemisinin günlük maliyetinin 10 bin dolar olduğunu dikkate alınırsa bu çok önemli bir kazançtır·
Küresel Isınmanın Yarattığı Olumsuzlukların Bİr Kaçı
Kod:
Hassas Akdeniz havzası
Küresel ısınmaya karşı tüm dünyanın harekete geçtiğini belirten Bakan Pepe, Türkiye'nin de bu yönde planlama yapması gerektiğine dikkat çekti. Pepe, kendilerini bu planlamaya iten nedenler arasında iklim değişikliğinden en çok Akdeniz havzasının etkileneceğine ilişkin uluslararası uzmanlar tarafından yapılan tespitin önemine dikkat çekti. Pepe, küresel ısınmanın yarattığı olumsuzluklara karşı şu çarpıcı tabloyu aktardı: "Küresel ısınma sonucunda Avrupa ve Kuzey Amerika'da tarımsal üretim artarken Akdeniz ülkeleri ve Afrika'da azalacağı ifade edildi. Son yüzyılda atmosfer sıcaklığı 0.4-0.8 derece artmıştır. Önümüzdeki yüzyılda sıcaklığın 1.4-5.8 derece artacağı tahmin edilmektedir. 1990 yılında toplam sera gazı emisyonu yaklaşık 170 milyon ton iken 2004 yılında 296 milyon tona çıktığı gözlenmiştir.
2004 yılı itibarıyla yutak alanlarımız olan ormanlar, tarım alanları, sulak alanlar, sera gazı emisyonlarımızın yüzde 25'ini yutmuştur." Bu gelişmelere karşın Türkiye'de yoğun kuraklık yaşanacağına ilişkin iddiaları reddeden Çevre ve Orman Bakanı Pepe, "Ekim 2006-Şubat 2007 arasında geçen yıla oranla yüzde 8 yağış azlığı bulunduğu doğru ama şu anda kuraklıktan söz etmek doğru değil. Nisan-mayıs yağışlarını beklemek gerekiyor" dedi.
Barajlarda sıkıntı
Pepe'nin bu konuşmasının ardından, Türkiye'de bazı kentlerde barajlardaki içme suyu oranının alarm verdiğini başkent Ankara'nın da bu kentlerin başında geldiğini açıklaması dikkat çekti.
Konuyla ilgili herkese sorumluluk düştüğünü belirten Pepe, "Sorumluluk ev hanımı Ayşe teyzeye düşüyor. Kime düşüyor? İlkokul beşinci sınıfa giden Hasan'a düşüyor. Kamyon şoförü Mehmet'e düşüyor. Köylü Ali amcaya düşüyor. Yani herkesin sorumlulukları var" dedi.
Kuraklık kurulu
Tarım Bakanı Mehdi Eker de, Türkiye'nin hiçbir yerinde acil tarımsal kuraklık tehlikesi olmadığını vurguladı. Eker, özellikle ocakta alınan yağışlarla Çukurova bölgesinde hububatta çimlenme sorununun büyük ölçüde aşıldığını, hububatta gerek topraktan çıkış gerekse çimlenme gibi sorun yaşanmayacağını söyledi.
Eker, "Mart ve nisan aylarındaki yağışlar uzun yıllar ortalamasında gerçekleşirse Türkiye'nin hububat üretiminde düşüş görülmeyecek" diye konuştu. Küresel ısınmanın Türkiye'yi uzun vadede etkilemesinin beklendiğini dile getiren Eker, bunun tarıma olumsuz etkilerini en aza indirgeyecek çalışmaların yapılması için Tarımsal Kuraklık Koordinasyon Kurulu kurulmasını önerdiklerini bildirdi.
Umut mart ve mayıs aylarında
Enerji Bakanı Hilmi Güler enerji açısından bu yıl barajlarda sıkıntı olmadığına dikkat çekti ve doluluk oranlarının uygun olduğunu söyledi.
Türkiye'de yağışların en fazla, yüzde 50-55 oranında mart-mayıs ayları arasında düştüğünü anımsatan Güler, bu noktada beklentilerinin olumlu olduğunu vurguladı. Güler, Büyük Menderes, Konya ve Kızılırmak havzalarında bir miktar su düşüşü olduğunu, bunun da mart-mayıs arasındaki yağışlarla dengeleneceğini umduğunu söyledi. Güler, içme suyu bakımından daha önce Kocaeli, Bursa ve Ankara'da sıkıntı olduğunu anımsatarak, ilk iki ildeki içme suyu sorunun son yağışlarla ortadan kalktığını, Ankara'da ise sıkıntının sürdüğünü dile getirdi. Güler, "Ankara'daki içme suyu sıkıntısının da mart-mayıs yağışlarıyla giderileceğini düşündüklerini" belirtti. Türkiye'nin alternatif enerji kaynakları konusunda bilgi veren Güler, "Yenilenebilir enerji kaynakları yani rüzgâr, güneş, jeotermal ve hidroelektrik alanlarında uzun süredir çalışmalar yapıyoruz. Rüzgar enerjisi ve jeotermal atlasını çıkardık" dedi.
Küresel ısınmanın Türkiyeye etkileri
Kod:
2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek, Karadeniz Bölgesi dışında yağışlar iyice azalacak. Ekosistem değişince, birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü, küresel ısınmasının, Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin bir senaryo hazırladı. Bu senaryoya göre, küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek. Ekosistem değişecek, canlı türleri yok olma tehlikesi yaşayacak.Prof.Dr. Nüzhet Dalfes, Türkiye’nin küresel ısınmayla mücadele karşısındaki tutumunu, “İlk defa bir yerde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bizden bilgi talep eder durumda oldu. Bu tabii bizi çok sevindirdi ama Türkiye bu açıdan geç kalmış bir ülke” sözleriyle eleştirdi.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın isteğiyle, “Türkiye için iklim değişikliği senaryoları” başlıklı bir rapor hazırladıklarını söyleyen Dalfes, şu ana kadar elde edilen verilerin, 2070 -2100 yılları arasını kapsadığını açıkladı.
Dalfes, çalışmayla en kötü durum için hazınlanmış bir projeksiyon yapıldığını dile getirerek, “Türkiye’yi hoş olmayan bir tablo bekliyor” dedi.
Eldeki verilere göre küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, yaz aylarında Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ila 6 derece, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise 3 ila 4 derece yükselecek.
Kış aylarında da sıcaklıklar 2 ila 3 derece yükselecek.
Senaryoya göre, 2070 yılında Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar yüzde 10 ila 20’lik artış gösterecek, güneyde ise yüzde 30’a kadar azalacak.
Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, iklim değişikliklerinin farklı şekillerde hissedileceğini, önümüzdeki on yıllarda iklimin değişikliğinin daha fazla hissedileceğini vurgulayarak şöyle diyor:
“Kar yağdığı kışlar da olacak, daha az kar yağdığı kışlar da olacak. Türkiye’nin ekosistemlerinde ciddi sorunlar olacak ki bu ekosistemler de bir ülkeyi bir coğrafyayı ayakta tutan şeyler... Böceğiyle, merasıyla, kurduyla, hayvanıyla canlılar etkilenecek, bir sürü canlı yok olacak...”
Dalfes, küresel ısınmayla mücadele konusunda, öncelikle, sera gazlarının yayılımının azaltılması gerektiğini vurguluyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmaların önümüzdeki yıl tamamlanması planlanıyor.
Önlemler
Kod:
Sera gazlarının üretimi bugün dursa bile, atmosferdekiler yüzünden sıcaklık artışının daha 20-30 yıl sürmesi bekleniyor. Ama zaten böyle bir olayın gerçekleşeceği yok. Tersine, her geçen gün ülkelerin atmosfere saldığı sera gazı miktarı artıyor. Bu alanda başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler yakın bir gelecekte gelişmiş ülkeleri geçecekler. Bu durumda da iklimbilimcilerin öngörülerinin gerçekleşeceğini düşünebiliriz. Peki dünya iklim düzenindeki değişikliklerin toplumlar üzerindeki etkisi nasıl olacak?
Bu soruya, ülkeleri tek tek ele alarak yanıt vermek olanaksız. Bilim adamları bu soru karşısında yine çok genel açıklamalar yapmakla yetiniyorlar. Öncelikle küresel ısınma dünyadaki tüm ülkeler için bir felaket olmayacak. Yeni durumun mutlu edeceği kimi ülkeler de olacak kuşkusuz. Günümüzde dünyanın genelinde olmasa bile birçok bölgesinde iklim koşulları çetindir. Daha ılıman kışlar ve daha bol yağış, bu bölgelerde yaşayanların yüzünü güldürecektir. Öte yandan kuraklığın ya da aşırı yağmurlar yüzünden taşkınların arttığı ülkeler üzülecektir. Sıcaklığın artacağı soğuk ülkelerde ısınma harcamaları düşecektir. Değişen fırtına ve kasırga rotaları nedeniyle kasırgalardan kurtulan ülkeler sevinirken aynı nedenle kasıngaların etki alanına giren ülkeler mutsuz olacaklar. Günümüzde birçok ülke su sıkıntısı çekiyor. Su sıkıntısı çekerken, genişleyen yağmur kuşağına giren ülkeler sevinecek ama yeni düzende giderek kuraklaşan bölgelerdeki ülkeler üzülecektir.
Bütün bunlara ek olarak küresel ısınmayı durdurmak için alınacak önlemler de kimi ülkeleri zor durumda bırakacak. Dünyada sera gazlarının salımına bir sınırlama getirilmesi planlanıyor. Bu durum fosil yakıtlarla elektrik üretiminin yerini zamanla biraz daha pahalı olan alternatif enerji kaynaklarının almasına yol açacak. Enerji harcamalarının artması da gelişmekte olan ülkelerin gelişimini yavaşlatacak. Ayrıca yer altında büyük karbon rezervleri (kömür, petrol, doğal gaz vb.) bulunan ülkeler de artık o kaynaklarından eskisi gibi yararlanamayacak.
Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki karbon dioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda en fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir; yani bugünkü miktarın yalnızca % 20'siyle!
Atmosferdeki sera gazlarının miktarının kontrol edilmesine yönelik uluslararası çalışmalar yaklaşık 15 yıldır sürdürülüyor. Bu amaçla düzenlenen ilk uluslararası konferans 1988'de yapıldı. Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletlerin ortaklaşa düzenlediği ve kısaca IPCC diye anılan, küresel ısınma konulu konferansa, iki bin dolayında bilim adamı, uzman ve çevreci katıldı. Konferansın sonuçlarım değerlendiren 140 ülke, bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre taraf ülkeler, 2000 yılına gelindiğinde sera gazı üretimlerini 1990 yılı düzeyine geri çekmiş olacaklardı. Ancak herhangi bir yaptırımı olmayan anlaşmaya kimse uymadı.
Daha sonra 1992'de Rio de Janeiro'da ve 1995'te Berlin'de aynı amaçla birer toplantı daha yapıldı. Berlin'de, iklim değişiminin doğal ekolojik sistemler, sosyo-ekonomik yapılar ve insan sağlığı açısından olası etkileri değerlendirildi. Ama bu sırada katılımcı ülkelerin daha önceden alınan kararlar uyarınca sera gazı üretimlerini azaltmaları şöyle dursun, neredeyse tüm ülkelerdeki üretimin % 5 ile % 40 arasında artmış olduğu görüldü. Tabii ki bu sırada küresel sıcaklık, artışını sürdürüyordu. Bu nedenle Aralık 1997'de Japonya'nın Kyoto kentinde büyük bir konferans daha düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Kyoto'daki konferansa 160 ülkeden on bin dolayında bilim adamı, uzman, çevreci ve hükümet yetkilisi katıldı. Konferansta iklim değişiminin çevresel ve ekonomik sonuçları ve bunlara yönelik politikalar görüşüldü; enerjinin daha verimli kullanılması, yeni ve temiz enerji kaynaklarının araştirılması, ormanların korunması ve yeni orman alanlarının oluşturulması kararlaştırıldı. Ama konferansın en önemli olayı Kyoto Protokolü diye anılan bir anlaşmanın imzalanmasıydı. Buna göre gelişmiş ülkeler, başta karbon dioksit ve metan olmak üzere altı sera gazı üretimlerini 2012 yılına değin 1990 düzeylerinin en az % 5 altına çekecekler. Tek başına dünya sera gazı üretiminin neredeyse dörtte birini yapan ABD için bu oran % 8; Japonya için de % 6.
Öte yandan gelişmekte olan ülkeler herhangi bir kısıtlamaya gitmiyorlar. Çünkü onlara göre küresel ısınma sorunu, günümüzün gelişmiş ülkelerinin yol açtığı bir sorun. Bu saptamalarında haklılar. Ne ki yakın bir gelecekte durum biraz değişecek.
Kyoto'da çok yerinde kararlar alındı ama bakalım taraf ülkeler bu kararlara uyacaklar mı? Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için en az 55 ülke parlamentosunca onaylanması gerekiyor. Mayıs 2000 tarihine değin yalnızca 22 ülke bunu başarabildi. Yani protokol yürürlüğe daha giremedi. Aslında durum, görüldüğü gibi gelecek için çok da umut vaat etmiyor. Tahminlere göre, 2015'te insan etkinlikleri yüzünden atmosfere karışan karbon dioksit miktarı 1990'daki miktarın % 50 fazlası olacak; 2100 yılındaysa üç katına çıkacak.
Bugün gelişmekte olan ülkelerdeki kimi fabrika kentleri, 1950'li yıllardaki Pittsburgh'u ya da Essen'i anımsatıyor. Karbon dioksit salımı en hızlı artan ülke Güney Kore. Brezilya, Çin ve Hindistan da bu alanda onunla yarışıyorlar. 1990'da atmosfere bırakılan yaklaşık 6 milyar ton karbon dioksitin % 36'sı gelişmekte olan ülkelerin bacalarından çıktı. Aynı ülkeler 2015 yılında salınan 8,5 milyar tonluk karbon dioksitin %52'sinden sorumlu olacaklar.
Sera gazlarını salanlar gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler olsun hiç fark etmiyor. Sonuç olarak atmosferimizdeki ısı tutan gazların miktarı her geçen gün artıyor. Bu da aslında soğuması beklenen dünyamızın ısınmasına yol açıyor. Küresel ısınmanın ciddi sonuçları kendini daha göstermedi. Öyle görünüyor ki Sovyetler Birliği'nin eski lideri Gorbaçov'un sözleri galiba gerçek olacak; Önümüzdeki yüzyılda çevre koşulları dünya çapında yıkımlara yol açtıkça, askeri değil ama ekolojik güvenlik tüm ulusların en çok önem verdiği konu olacak.
Küresel ısınma, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Bu olay son 50 yıldır iyice saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır.
Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir ..
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.
Su buharı, diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan bağlı bir değişkendir. Dolayısıyla küresel ısınma konusunda pasif etkiye sahiptir. Ancak diğer sera gazları, yer yer bağımsız değişken olarak küresel ısınma üzerinde aktif bir etki yaratabilirler. Örneğin karbondioksit, yoğun volkanik etkinlik sonucu ya da insanlar tarafından fosil yakıtların yakılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınabilir. Bu durum, gezegenin ortalama ısısından bağımsız olarak ortaya çıkabilen ve ortalama ısının artması sonucunu doğuran bir etken olarak işlev görür.
Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmadan başat rolün atmosferde karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit,yeşil bitkilerin fotosentez olayında,karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle,atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerinde karbondioksit salınımı, gezegen üzerinde sera etkisi yaratmaktadır.
Su buharı dışındaki sera gazları dolayısıyla gezegen yüzeyindeki ortalama ısının artması, buharlaşmanın artmasına yol açacaktır. Bu ise atmosferde daha fazla su buharı, yani bulut oluşmasına yol açar. Bulutlar, güneşten gelen radyasyonun bir bölümünü dış uzaya yansıtırken bir bölümünü soğurarak ısınırlar, bir bölümünü de yeryüzüne geçirirler. Litosfer ve hidrosfere ulaşan bu radyasyonun da bir bölümü soğurularak ısınmaya yol açarken bir bölümü dış uzaya yansır. Dış uzaya yansıyan radyasyon yeniden bulut kütlesi ile karşılaştığında, aynı olaylar yaşanır, yansıtılır, soğurulur, dış uzaya kaçar.
Bu mekanizma, su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu bulutların sera etkisini artırmakta, küresel ısınmaya yeni bir katkıya yol açmaktadır.
Etkileri
II. Dünya Savaşı sonrasında dünya nüfusu 2 kat, buna karşılık enerji kullanımı 4 kat artmıştır. 1958 yılında atmosferdeki 315 ppm/m³ karbondioksit oranı 2004'te 379 ppm/m³ olmuştur. ABD dünya nüfusunun %4'üne sahipken karbondioksit üretiminin %25'ini gerçekleştirmektedir.
Olası Çözümler
The Observer gazetesinin Şubat 2004'te yayımladığı Pentagon'a ait Küresel Isınma Raporu'na göre önümüzdeki yirmi yıl içerisinde Avrupa'da birçok kıyı kenti sular altında kalacaktır. Guardian gazetesinde 2004 yılında yer alan küresel ısınma haritasına göre bundan en az etkilenen bölgeler Türkiye ve Ortadoğu ile kıyı kesimleri hariç Kuzey Afrika'dır. Küresel ısınmanın önlenmesi için bazı çareler olarak şunlar sıralanabilir:
* Her yere ağaçlar dikilmelidir.
* Teknolojik aletler dünyaya zarar vermeyecek şekilde yenilenmelidir.
* Yeni teknolojik aletler dünyaya zarar vermeyecek şekilde yapılmalıdır.
* Dünyaya zarar verenler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
* Kentleşme durdurulmalıdır.
* Köy benzeri şehirler kurulmalıdır.
* Sanayi, dünyaya zarar vermeyecek şekilde yapılmalıdır.
* Arabalar vb. buhar gücüyle veya güneş enerjisiyle çalışanlarının da üretilmesi gerekmektedir.
* Düşük enerji tüketen aletler kullanılmalıdır.
* İsraf yapılmamalıdır (su,elektrik vb.).
Dünya'nın ısınma tarihçesi
Ölçümlere göre 1860-1900 yılları arasında, denizde ve karadaki küresel sıcaklık her ikisinde de 0,75 °C yükseldi. 1979'dan beri kara sıcaklığı deniz sıcaklığının iki katı hızla yükseldi(0.13 °C/onyıl karşın 0.25 °C/onyıl). Uydudan yapılan sıcaklık ölçümlerine göre alt traposferdeki sıcaklık 1979'dan beri, her on yıllık dilimde, 0.12 ile 0.22 °C arasında yükselmiştir. Sıcaklıkların, 1850'den önceki 1000 ile 2000 yıllık dönemler boyunca, Ortaçağ Ilıman Dönem ve Küçük Buz Çağı gibi kısmi dalgalanmalar dışında, nispeten kararlı bir seyir izlediğine inanılmaktadır. Nasa'nın hesaplamalarına göre, güvenilir ölçümlerin yapılabildiği 1800'lerden beri 2005 yılı, 1998'i geçerek, en sıcak yıl olmuştur. Dünya Metereoloji Organisazyonu ve BK İklim Araştırma Biriminin hesaplamalarına göre ise 2005, 1998 yılının ardından hala ikinci sıradadır.
Nedenleri
İklim sistemi içsel ve insani etkiler, güneş hareketleri ve sera gazları, vb. nedenlerden etkilenmektedir. İklimbilimciler (klimatolog) küresel ısınma konusunda hem fikirdirler. Bu değişimin detaylı nedenleri açık bir araştırma alanıdır ama bilimsel çoğunluk sera gazlarının son zamanlardaki sıcaklık artışının başlıca nedeni olduğunu belirtmektedir.
Atmosferdeki karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) oranlarındaki artış dünya yüzeyinin sıcaklığını yükseltmektedir. CO2 oranındaki artış dünyanın yüzeyini ısıtmakta ve kutuplara yakın buzların erimesine yol açmaktadır. Buzlar eridikçe yerlerini kara veya sular almaktadır. Kara ve suların buza oranla daha az yansıtıcı olması güneş ışınımı emilimini arttırmakta ve dolayısıyla buzullarda daha fazla erimeye yol açmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin kayıtsızlığı
Küresel ısınma “sayesinde” erimeye başlayan buzullar bu güne kadar geçilmez sanılan deniz yollarını ve kara parçalarını ulaşıma açıyor ve bu kuzey yarı kürenin zengin ülkeleri için çok iyi bir haber.
Madenler ve petrol
Öncelikle Kanada ve Rusya, bir ölçüde de ABD ve Danimarka şimdiye kadar -50°’ye varan aşırı soğuklar nedeniyle kullanamadıkları bir kaç milyon kilometre karelik alanı kullanıma açıyorlar. Altın, gümüş, petrol, doğal gaz, kurşun, elmas, çinko kaynayan bu bölgenin yeraltı zenginlikleri Kuzey Kutbu’na kıyısı olan ülkeler için son derecede önemli bir gelir kaynağı olacak. Birçok maden için dünya rezervlerinin üçte birinin bu bölgede bulunduğunu söyleyebiliriz. Meselâ Rusya’nın Sibirya’daki kömür, petrol ve doğal gaz yatakları enerji karşılığı olarak dünya rezervlerinin %30’unu teşkil ediyor.
Strateji
Panama Kanalı ABD deniz kuvvetlerinin ve Amerikan ticaret filosunun yumuşak karnı. Bu kanalın işlemesine mani olabilecek bir deniz kazası veya terörist saldırı hem deniz kuvvetlerinin ikiye bölünmesine hem de iki okyanus arasındaki ticaretin kilitlenmesine yol açabilir. Ayrıca Panama Kanalının genişliği (ya da darlığı) Nimitz sınıfı uçak gemilerinin bu su yolunu kullanmasına engel. Gene aynı sebeple panamax denen boyutlardaki ticaret gemileri ile taşımacılık yapmak zorunda ABD ile ticaret yapan ülkeler. Panamax gemiler sadece 4500 konteynır taşırken post-panamax denen gemiler 12 bin konteynır taşıyarak maliyeti düşürebiliyorlar.
Kısalan ticaret yolları
Batı Avrupa, Doğu Asya ve Kuzey Amerika limanları birbirlerine yaklaşacak eriyen buzlar “sayesinde”. Yaklaşık 5000 ilâ 15 000 km kadar.
3000-4000 konteynır taşıyabilen bir yük gemisinin günlük maliyetinin 10 bin dolar olduğunu dikkate alınırsa bu çok önemli bir kazançtır·
Küresel Isınmanın Yarattığı Olumsuzlukların Bİr Kaçı
Kod:
Hassas Akdeniz havzası
Küresel ısınmaya karşı tüm dünyanın harekete geçtiğini belirten Bakan Pepe, Türkiye'nin de bu yönde planlama yapması gerektiğine dikkat çekti. Pepe, kendilerini bu planlamaya iten nedenler arasında iklim değişikliğinden en çok Akdeniz havzasının etkileneceğine ilişkin uluslararası uzmanlar tarafından yapılan tespitin önemine dikkat çekti. Pepe, küresel ısınmanın yarattığı olumsuzluklara karşı şu çarpıcı tabloyu aktardı: "Küresel ısınma sonucunda Avrupa ve Kuzey Amerika'da tarımsal üretim artarken Akdeniz ülkeleri ve Afrika'da azalacağı ifade edildi. Son yüzyılda atmosfer sıcaklığı 0.4-0.8 derece artmıştır. Önümüzdeki yüzyılda sıcaklığın 1.4-5.8 derece artacağı tahmin edilmektedir. 1990 yılında toplam sera gazı emisyonu yaklaşık 170 milyon ton iken 2004 yılında 296 milyon tona çıktığı gözlenmiştir.
2004 yılı itibarıyla yutak alanlarımız olan ormanlar, tarım alanları, sulak alanlar, sera gazı emisyonlarımızın yüzde 25'ini yutmuştur." Bu gelişmelere karşın Türkiye'de yoğun kuraklık yaşanacağına ilişkin iddiaları reddeden Çevre ve Orman Bakanı Pepe, "Ekim 2006-Şubat 2007 arasında geçen yıla oranla yüzde 8 yağış azlığı bulunduğu doğru ama şu anda kuraklıktan söz etmek doğru değil. Nisan-mayıs yağışlarını beklemek gerekiyor" dedi.
Barajlarda sıkıntı
Pepe'nin bu konuşmasının ardından, Türkiye'de bazı kentlerde barajlardaki içme suyu oranının alarm verdiğini başkent Ankara'nın da bu kentlerin başında geldiğini açıklaması dikkat çekti.
Konuyla ilgili herkese sorumluluk düştüğünü belirten Pepe, "Sorumluluk ev hanımı Ayşe teyzeye düşüyor. Kime düşüyor? İlkokul beşinci sınıfa giden Hasan'a düşüyor. Kamyon şoförü Mehmet'e düşüyor. Köylü Ali amcaya düşüyor. Yani herkesin sorumlulukları var" dedi.
Kuraklık kurulu
Tarım Bakanı Mehdi Eker de, Türkiye'nin hiçbir yerinde acil tarımsal kuraklık tehlikesi olmadığını vurguladı. Eker, özellikle ocakta alınan yağışlarla Çukurova bölgesinde hububatta çimlenme sorununun büyük ölçüde aşıldığını, hububatta gerek topraktan çıkış gerekse çimlenme gibi sorun yaşanmayacağını söyledi.
Eker, "Mart ve nisan aylarındaki yağışlar uzun yıllar ortalamasında gerçekleşirse Türkiye'nin hububat üretiminde düşüş görülmeyecek" diye konuştu. Küresel ısınmanın Türkiye'yi uzun vadede etkilemesinin beklendiğini dile getiren Eker, bunun tarıma olumsuz etkilerini en aza indirgeyecek çalışmaların yapılması için Tarımsal Kuraklık Koordinasyon Kurulu kurulmasını önerdiklerini bildirdi.
Umut mart ve mayıs aylarında
Enerji Bakanı Hilmi Güler enerji açısından bu yıl barajlarda sıkıntı olmadığına dikkat çekti ve doluluk oranlarının uygun olduğunu söyledi.
Türkiye'de yağışların en fazla, yüzde 50-55 oranında mart-mayıs ayları arasında düştüğünü anımsatan Güler, bu noktada beklentilerinin olumlu olduğunu vurguladı. Güler, Büyük Menderes, Konya ve Kızılırmak havzalarında bir miktar su düşüşü olduğunu, bunun da mart-mayıs arasındaki yağışlarla dengeleneceğini umduğunu söyledi. Güler, içme suyu bakımından daha önce Kocaeli, Bursa ve Ankara'da sıkıntı olduğunu anımsatarak, ilk iki ildeki içme suyu sorunun son yağışlarla ortadan kalktığını, Ankara'da ise sıkıntının sürdüğünü dile getirdi. Güler, "Ankara'daki içme suyu sıkıntısının da mart-mayıs yağışlarıyla giderileceğini düşündüklerini" belirtti. Türkiye'nin alternatif enerji kaynakları konusunda bilgi veren Güler, "Yenilenebilir enerji kaynakları yani rüzgâr, güneş, jeotermal ve hidroelektrik alanlarında uzun süredir çalışmalar yapıyoruz. Rüzgar enerjisi ve jeotermal atlasını çıkardık" dedi.
Küresel ısınmanın Türkiyeye etkileri
Kod:
2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek, Karadeniz Bölgesi dışında yağışlar iyice azalacak. Ekosistem değişince, birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü, küresel ısınmasının, Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin bir senaryo hazırladı. Bu senaryoya göre, küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek. Ekosistem değişecek, canlı türleri yok olma tehlikesi yaşayacak.Prof.Dr. Nüzhet Dalfes, Türkiye’nin küresel ısınmayla mücadele karşısındaki tutumunu, “İlk defa bir yerde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bizden bilgi talep eder durumda oldu. Bu tabii bizi çok sevindirdi ama Türkiye bu açıdan geç kalmış bir ülke” sözleriyle eleştirdi.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın isteğiyle, “Türkiye için iklim değişikliği senaryoları” başlıklı bir rapor hazırladıklarını söyleyen Dalfes, şu ana kadar elde edilen verilerin, 2070 -2100 yılları arasını kapsadığını açıkladı.
Dalfes, çalışmayla en kötü durum için hazınlanmış bir projeksiyon yapıldığını dile getirerek, “Türkiye’yi hoş olmayan bir tablo bekliyor” dedi.
Eldeki verilere göre küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, yaz aylarında Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ila 6 derece, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise 3 ila 4 derece yükselecek.
Kış aylarında da sıcaklıklar 2 ila 3 derece yükselecek.
Senaryoya göre, 2070 yılında Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar yüzde 10 ila 20’lik artış gösterecek, güneyde ise yüzde 30’a kadar azalacak.
Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, iklim değişikliklerinin farklı şekillerde hissedileceğini, önümüzdeki on yıllarda iklimin değişikliğinin daha fazla hissedileceğini vurgulayarak şöyle diyor:
“Kar yağdığı kışlar da olacak, daha az kar yağdığı kışlar da olacak. Türkiye’nin ekosistemlerinde ciddi sorunlar olacak ki bu ekosistemler de bir ülkeyi bir coğrafyayı ayakta tutan şeyler... Böceğiyle, merasıyla, kurduyla, hayvanıyla canlılar etkilenecek, bir sürü canlı yok olacak...”
Dalfes, küresel ısınmayla mücadele konusunda, öncelikle, sera gazlarının yayılımının azaltılması gerektiğini vurguluyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmaların önümüzdeki yıl tamamlanması planlanıyor.
Önlemler
Kod:
Sera gazlarının üretimi bugün dursa bile, atmosferdekiler yüzünden sıcaklık artışının daha 20-30 yıl sürmesi bekleniyor. Ama zaten böyle bir olayın gerçekleşeceği yok. Tersine, her geçen gün ülkelerin atmosfere saldığı sera gazı miktarı artıyor. Bu alanda başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler yakın bir gelecekte gelişmiş ülkeleri geçecekler. Bu durumda da iklimbilimcilerin öngörülerinin gerçekleşeceğini düşünebiliriz. Peki dünya iklim düzenindeki değişikliklerin toplumlar üzerindeki etkisi nasıl olacak?
Bu soruya, ülkeleri tek tek ele alarak yanıt vermek olanaksız. Bilim adamları bu soru karşısında yine çok genel açıklamalar yapmakla yetiniyorlar. Öncelikle küresel ısınma dünyadaki tüm ülkeler için bir felaket olmayacak. Yeni durumun mutlu edeceği kimi ülkeler de olacak kuşkusuz. Günümüzde dünyanın genelinde olmasa bile birçok bölgesinde iklim koşulları çetindir. Daha ılıman kışlar ve daha bol yağış, bu bölgelerde yaşayanların yüzünü güldürecektir. Öte yandan kuraklığın ya da aşırı yağmurlar yüzünden taşkınların arttığı ülkeler üzülecektir. Sıcaklığın artacağı soğuk ülkelerde ısınma harcamaları düşecektir. Değişen fırtına ve kasırga rotaları nedeniyle kasırgalardan kurtulan ülkeler sevinirken aynı nedenle kasıngaların etki alanına giren ülkeler mutsuz olacaklar. Günümüzde birçok ülke su sıkıntısı çekiyor. Su sıkıntısı çekerken, genişleyen yağmur kuşağına giren ülkeler sevinecek ama yeni düzende giderek kuraklaşan bölgelerdeki ülkeler üzülecektir.
Bütün bunlara ek olarak küresel ısınmayı durdurmak için alınacak önlemler de kimi ülkeleri zor durumda bırakacak. Dünyada sera gazlarının salımına bir sınırlama getirilmesi planlanıyor. Bu durum fosil yakıtlarla elektrik üretiminin yerini zamanla biraz daha pahalı olan alternatif enerji kaynaklarının almasına yol açacak. Enerji harcamalarının artması da gelişmekte olan ülkelerin gelişimini yavaşlatacak. Ayrıca yer altında büyük karbon rezervleri (kömür, petrol, doğal gaz vb.) bulunan ülkeler de artık o kaynaklarından eskisi gibi yararlanamayacak.
Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki karbon dioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda en fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir; yani bugünkü miktarın yalnızca % 20'siyle!
Atmosferdeki sera gazlarının miktarının kontrol edilmesine yönelik uluslararası çalışmalar yaklaşık 15 yıldır sürdürülüyor. Bu amaçla düzenlenen ilk uluslararası konferans 1988'de yapıldı. Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletlerin ortaklaşa düzenlediği ve kısaca IPCC diye anılan, küresel ısınma konulu konferansa, iki bin dolayında bilim adamı, uzman ve çevreci katıldı. Konferansın sonuçlarım değerlendiren 140 ülke, bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre taraf ülkeler, 2000 yılına gelindiğinde sera gazı üretimlerini 1990 yılı düzeyine geri çekmiş olacaklardı. Ancak herhangi bir yaptırımı olmayan anlaşmaya kimse uymadı.
Daha sonra 1992'de Rio de Janeiro'da ve 1995'te Berlin'de aynı amaçla birer toplantı daha yapıldı. Berlin'de, iklim değişiminin doğal ekolojik sistemler, sosyo-ekonomik yapılar ve insan sağlığı açısından olası etkileri değerlendirildi. Ama bu sırada katılımcı ülkelerin daha önceden alınan kararlar uyarınca sera gazı üretimlerini azaltmaları şöyle dursun, neredeyse tüm ülkelerdeki üretimin % 5 ile % 40 arasında artmış olduğu görüldü. Tabii ki bu sırada küresel sıcaklık, artışını sürdürüyordu. Bu nedenle Aralık 1997'de Japonya'nın Kyoto kentinde büyük bir konferans daha düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Kyoto'daki konferansa 160 ülkeden on bin dolayında bilim adamı, uzman, çevreci ve hükümet yetkilisi katıldı. Konferansta iklim değişiminin çevresel ve ekonomik sonuçları ve bunlara yönelik politikalar görüşüldü; enerjinin daha verimli kullanılması, yeni ve temiz enerji kaynaklarının araştirılması, ormanların korunması ve yeni orman alanlarının oluşturulması kararlaştırıldı. Ama konferansın en önemli olayı Kyoto Protokolü diye anılan bir anlaşmanın imzalanmasıydı. Buna göre gelişmiş ülkeler, başta karbon dioksit ve metan olmak üzere altı sera gazı üretimlerini 2012 yılına değin 1990 düzeylerinin en az % 5 altına çekecekler. Tek başına dünya sera gazı üretiminin neredeyse dörtte birini yapan ABD için bu oran % 8; Japonya için de % 6.
Öte yandan gelişmekte olan ülkeler herhangi bir kısıtlamaya gitmiyorlar. Çünkü onlara göre küresel ısınma sorunu, günümüzün gelişmiş ülkelerinin yol açtığı bir sorun. Bu saptamalarında haklılar. Ne ki yakın bir gelecekte durum biraz değişecek.
Kyoto'da çok yerinde kararlar alındı ama bakalım taraf ülkeler bu kararlara uyacaklar mı? Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için en az 55 ülke parlamentosunca onaylanması gerekiyor. Mayıs 2000 tarihine değin yalnızca 22 ülke bunu başarabildi. Yani protokol yürürlüğe daha giremedi. Aslında durum, görüldüğü gibi gelecek için çok da umut vaat etmiyor. Tahminlere göre, 2015'te insan etkinlikleri yüzünden atmosfere karışan karbon dioksit miktarı 1990'daki miktarın % 50 fazlası olacak; 2100 yılındaysa üç katına çıkacak.
Bugün gelişmekte olan ülkelerdeki kimi fabrika kentleri, 1950'li yıllardaki Pittsburgh'u ya da Essen'i anımsatıyor. Karbon dioksit salımı en hızlı artan ülke Güney Kore. Brezilya, Çin ve Hindistan da bu alanda onunla yarışıyorlar. 1990'da atmosfere bırakılan yaklaşık 6 milyar ton karbon dioksitin % 36'sı gelişmekte olan ülkelerin bacalarından çıktı. Aynı ülkeler 2015 yılında salınan 8,5 milyar tonluk karbon dioksitin %52'sinden sorumlu olacaklar.
Sera gazlarını salanlar gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler olsun hiç fark etmiyor. Sonuç olarak atmosferimizdeki ısı tutan gazların miktarı her geçen gün artıyor. Bu da aslında soğuması beklenen dünyamızın ısınmasına yol açıyor. Küresel ısınmanın ciddi sonuçları kendini daha göstermedi. Öyle görünüyor ki Sovyetler Birliği'nin eski lideri Gorbaçov'un sözleri galiba gerçek olacak; Önümüzdeki yüzyılda çevre koşulları dünya çapında yıkımlara yol açtıkça, askeri değil ama ekolojik güvenlik tüm ulusların en çok önem verdiği konu olacak.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)